#2018 cezalar
Explore tagged Tumblr posts
seslimeram · 5 years ago
Text
Hukukun Tükenişi
Tumblr media
Bilinçli bir biçimde arasız kotarılan karanlığın dört bir yanı kuşatmasına tanığız. Modern zamanlar olarak geçen şu güncenin hayata kasıtla, onu kısıtlayarak her durumda eksiltip, yarım bırakarak, hiç ama hiçbir zaman ehvenden yana koymayarak müşterek talanının iş bu sahnedeki varlığı güncelleniyor. Biçim, olgu, mesel hep yepyeni yaralara çıkıyor. İş bu durum, düzen, yeni normal vs. her dem varlığını muhafaza ettirmiş karanlığa ulaştırılıyor. Kesintisiz bir dönüşüm var edilirken cürümlere sırtını dayayan ülke / yönetim katı tüm bu bariz, birörnek hepten çürümeye olan yolunu kestirme hali düşündürücüdür. Daha -temel hak ve hürriyet mesellerinin, eşitlik ve adalet kavramlarının bir biçimde yerilip, yıkıma terk olunduğu bir sahada, bilinçle imal edilmiş her fecaat bir biçimde karanlığa bir tuğla daha eklenmesi demektir.
İçinde kalakaldığımız yer, yurt mefhumunun her neye dönüştüğü artık salt ve sadece yazı ya da çizi olanlarda değil yaşatılan her günde gölgelerden, tehdit ve tecrit politikalarından bariz kılınmaktadır bu mudur ülke? Bir gelecek tahayyülü / kaygısının bırakılmadığı asla var edilmediği bir yerde bunca kırım halinde bir ülke yenilenebilir, bir saha normalliğine kavuşabilir mi sahiden ama sahiden? Biyopolitik bir düş kırımı menzilinde gün neydi dün ne haldeydi şimdi ne halde yarın yol nereye? Bunca bariz kılınmış karanlık hepimizi hiç aralıksız sömürürken hayata yer kalır mı hiç? Hiçbir biçimde bir ehven meselinden bahis açılabilir mi, sahiden? Bilinçli bir tahayyülle yaşam kuşatılırken devletin var ettiği her bir hamle başka bir yıkıma çıkarken tüm o normal neyin nesidir allasen? Düzenin sıradanlar için kurduğu her oyun bir biçimsizliği, nobran bir halle yıkımı var etmekteyken normalin meseli nedir, normalimiz nedir?
Karanlığın kuşatması lafta değil günbegün var edilen tehdit dili, nefret edimi ve eylemleri ile birlikte, devletin cüretinin ve meydan okumasının beraberliğinde ortaya çıkıyor. Hayat bu sahnede hep bir biçimde kısıtlanan bir meseleyken, bugün ve bundan sonrasının her ne şekilde yıldırıya rehin, kuşatma ve çitlemelerin eksiksiz kılınacağı bir biyopolitik deneyin sahası olacağı karşımıza çıkartılıyor. Onca normalleşme ediminin, bir dolu laf salatasının ortasında, baş amirin nevi şahsına münhasır ülkesinin yeniliği bu bahislerde kotarılıyor. İş bu sahada hayata yer konulmuyor. Hayat bu sahnede geçerliliği, devletin gölgelemesinin, izin verebildiği kadarıyla mümkün kılınan bir mesele evrilirken cereme hep sıradana diyet ya da bedel olarak ödetilir. Bu mudur hayat?
Müştereklerin talan olunduğu, gündelik meseller arasında sıradan olana verilmiş yaraların ve tehditlerin hiçbirisinin sorgulanmadığı, sorulmadığı bir yerde, onca tahakküme ilaveyi biçimsiz bir inatla, süreğen kılan muktedir elinde hayat ne olur! Yaratılan karanlığın lafta değil hakikatte bir karanlığı var ettiğine en iyi örnek pandemi sürecinde / sonrasındaki ulu orta görünen Türkiye perspektifinden barizdir. Asgari, açlık sınırında yaşamın 2 bin 400 tl sınırında olduğu bir sahada, pandemi dönemi boyunca yardımı bin tl sınırından tutmaktan işsizlik fonunu gasp edip, işsizlik maaşını ödenek diye geri satmaya, hakların tükenişinin anbean güncellenmesinden, normalleştik denilen zamanı eli kanlı sermaye ile illa ki iş bu sahanın tek çıkışı olarak görülen döviz girdisi garantisi var denile turizm öne sürülerek ol yönlendirmeyle açılışa Türkiye kendi cehenneminde yol alandır. Bu kadar hazan halini en kestirmeden anlatacak bir cümle yoktur, kesin bilgi!
Mezopotamya Ajansı’ndan aktaralım: “Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, 28 Haziran 2013 tarihinde Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kalekol yapımını protesto eden yurttaşlara, jandarmanın ateş açması sonucu yaşamını yitiren Medeni Yıldırım’a ilişkin yazılı açıklama yaptı.
Açıklamada, jandarmanın ateş açması sonucu Yıldırım’ın hayatını kaybettiği ve 9 kişinin de yaralandığı hatırlatılarak, yargı sürecine değinildi. Açıklamada,“Gizlilik kararının gölgesinde geçen soruşturma sonrası, o dönem er olan Adem Çiftçi hakkında sanık sıfatıyla 18 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açılmıştı ancak Diyarbakır 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi, beraat kararına hükmetmişti. 2018 yılında beraat kararı istinaf incelemesinde oybirliğiyle bozulmuş, dava Diyarbakır 7'nci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlanmıştı” denildi.
Yıldırım’ın ölümünün üzerinden 7 yıl geçtiği ancak yargılamanın hala devam ettiğinin belirtildiği açıklamada, “Dosya sanığı tutuksuz yargılanmakta; ifadeleri, duruşmalara bile getirilmeden SEGBİS üzerinden alınmakta ve hatta duruşmalardan vareste tutulmaktadır. 8 dakika süren duruşmalarla dosya avukatlarının talepleri mahkeme ve kurumlar eliyle geciktirilmekte, diğer katliam dosyalarında olduğu gibi, sanığa tekrar beraat kararı verilmesinin yolları aranmaktadır” ifadelerine yer verildi.
Açıklamanın devamında şunlar kaydedildi: “Medeni Yıldırım’ın katledilmesi, geçmiş dönemde devlet eli ile işlenen katliamların araştırılmaması ve sorumluların yargılanmamasının bir sonucudur. Cezasızlık zırhının koruması altında insanları katleden güvenlik güçleri, iktidar tarafından korunmakta ve kahraman olarak tasvir edilmekte, haklarında gülünç cezalar verilerek sırtları sıvazlanmaktadır. Böylesi katliamların yaşanmaması ve adaletin tesis edilmesi için, yargılamada gerekli tüm araştırılmaların yapılarak, hukuka ve vicdana uygun şekilde hüküm kurulması gerekmektedir. Medeni Yıldırım’ın ailesi ve sevdiklerine bir kez daha baş sağlığı diliyor ve sorumluların en yüksek cezaları almaları için verdikleri hukuk mücadelesinde her zaman yanlarında olacağımızı belirtiyoruz. İnsan hakları ve demokrasi mücadelesinin müdafi olarak bizler, bu yolda katledilenleri asla unutmayacağız. Medeni Yıldırım’ın anısı, bu ülkedeki demokrasi, barış ve özgürlük mücadelemizde yaşıyor.”
Çürüten, tüketen, dibine kadar kokuşmuşluğu var eden ülkenin yenisinin de en az o dünü kadar birörnek ve benzeş olduğunun yansısı, Gezi Başkaldırısı sırasında katledilmiş olan Medeni Yıldırım’ın davasındaki karartma halinden, suçluyu salıverme düşüncesinden de okunabilecektir. Bir asra yakın bir süredir bu sahadaki ötekisinin yaşam hakkını gasptan, onu yok etmeye varan bir süreğen tavırla çıkagelen devlet aklının her neyi biçimlendirdiği ortadadır. Medeni Yıldırım’ın davasının sessizliğe rehin edildiği, görülmüyor nasıl olsa diye kenardan kıyıdan üstünün örtülmeye çalışıldığı yerin meselesidir Kürd sorunu. Tüm o kırım halinin üstüne aralıksız beş koca yıldır var edilen ablukalar, kent suçları ve hemen hiç kesilmeden var edilen Kürd siyasetini ezme / yok etme çabasını da bu bahse ilave ettiğiniz vakit Türkiye’nin gerçekliği karşımıza çıkartılır. Bir sahada yaşamın ucuzun da ucuzu kılınmasının yolu da rotası da şekilsiz / şemaili kayık bir karanlıkla yön tayininin devamlılığı utanç hanesine yazılır. Onca zaman sonra ortaya çıkan hakikatse Kürd’ün de tüm ötekiler gibi yapayalnız / tecrit olunduğudur. Utanalım.
Mezopotamya Ajansı’ndan bir başka haberi iliştirelim: “Diyarbakır'da bulunan 11 hak örgütü, Mardin’den yürütülen bir soruşturma gerekçesiyle 26 Haziran akşamı evine düzenlenen baskınla gözaltına alınan Demokratik Yerel Yönetimler Kurulu ve Tevgera Jinên Azad (TJA) üyesi Sevil Rojbin Çetin’in, polislerin köpekli saldırısı ve fiziki saldırısına maruz kalmasına ilişkin ortak tepki gösterdi. Konuyla ilgili yazılı açıklama yapan hak örgütleri, polis baskınında Çetin’in 3 buçuk saat işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldığı hatırlatılarak, Çetin’in gözleri kapalıyken fotoğraflarının çekildiğini ve cinsel tacize maruz bırakıldığının ifade edildi.
Çetin'in adli muayene raporundaki işkence tespitlerine değinilen açıklamada, Çetin’in iki bacağında köpek ısırması, belinde ayakkabı izi, dudağında patlama, vücudunun ve kollarının her yerinde darp ve cebir izi olduğunun sağlık raporu ile belgelendiği kaydedildi.
Çetin’in İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme’nin yıldönümü ve 26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde işkence görmüş olmasına dikkat çekilen açıklamada, "Türkiye’nin de taraf olduğu bu sözleşme, insan onur ve değerlerini korumak için işkenceyi mutlak anlamda yasaklar. Bu yasak, normlar hiyerarşisi açısından üstün kural, başka bir deyişle buyruk kural niteliğindedir. Dolayısıyla hiçbir koşulda istisnası olamaz. Türkiye İşkenceye Karşı Sözleşme’yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır ve işkenceye ‘sıfır tolerans’ taahhüdünde bulunmuştur. Ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme biçimiyle, günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. Aynı zamanda kadına yönelik şiddetle mücadele pratiğine bakıldığı zaman da Türkiye’nin kadına yönelik şiddeti önleme konusunda yerinde saydığı, kadınlar başta olmak üzere muhalif tüm kesimleri hedef haline getirdiği bir gerçektir. Özellikle son zamanlarda bölgemizde kadın aktivistlerine yönelik ciddi bir baskı, özel bir politika söz konusudur. Bu baskılar aynı zamanda kadın ve kadın hakları mücadelesine yöneliktir" denildi.
Açıklamada, Sevil Rojbin Çetin’e uygulanan işkenceyi fotoğraflayan avukatın ifadeye çağrılmasına ilişkin, "Görevini yapan avukatın değil, mesleğini kötüye kullanan işkenceyi yapan kişi veya kişiler hakkında Diyarbakır Valiliği ve Cumhuriyet Başsavcılığı bu konu hakkında derhal açıklama yapmalı ve ilgililer hakkında soruşturma başlatmalıdır. Sorumlu kişiler kolluk görevlileri acilen tespit edilmeli, görevden alınmalı ve haklarında adli ve idari soruşturma başlatılmalıdır. Kolluk güçlerinin bu kadar pervasızca ve çekinmeden işkence yöntemine başvurmaları, cezasızlık politikasının sonucudur" ifadelerine yer verildi.”
Tumblr media
Yaşama kastın açıktan artık gizlenmeden var edildiği bir sahnede  Sevil Rojbin Çetin’e reva görülenin bir Türkiye hakikati olduğu muhakkaktır. Cezasızlık politikasının devletin şimdisi tarafından savunulanın bir biçimde insana kasıt üstünden güncellendiğinin ayan beyan ortaya çıktığı bir vakadır az önce okuduğunuz. Diyarbakır Valiliği tarafından ol “kademeli zor kullanma” olarak beyan olunan şeyin açık seçik bir işkencenin ta kendisi olduğu gerçeği örtülemez, örtülemeyendir. Bu kadar afaki bir biçimde düzenin / eski ya da yeni fark etmeden Kürd’e dair tasarrufunun böyle bir kötülükten mülhem olmasının yarası ne olacaktır? İnsan hakları ve işkenceye karşı mücadele projelerinin, anlaşmaları altında imzası bulunan bir devletin kendi asırlık geleneğini, doksanlar boyunca eylediği tüm o zulmü, kırk küsur senedir var ettiği şiddet parametrelerinin ortaya serdiği yıkımı, yok etme ve ötesini nasıl okumalı, burası nasıl bir ülkedir? İşkencenin, işkencecilerin sırtlarının sıvazlandığı bir menzilde hayat ne yana düşer, ondan geriye her ne kalır, bırakılır!
Evrensel’den aktaralım: “Avukatlık Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklere karşı geçtiğimiz hafta bulundukları illerden başlattıkları savunma yürüyüşü sonunda buluştukları Ankara girişinde Anıtkabir’e yürüyüşleri engellenen baro başkanlarının kararlı direnişi Türkiye gündemine oturmuştu. Tüm engellemelere, hak ihlalleri ve fiili gözaltı koşullarına karşı baro başkanları yaklaşık 30 saatlik direnişin ardından iktidara geri adım attırmış, Anıtkabir’e ulaşmıştı. Barolar yeni haftaya da yine eylemle başlıyorlar. İzmir Barosuna bağlı avukatlar yarın saat 19.00’da İzmir Barosu merkez binası önünden Kıbrıs Şehitleri Caddesi girişine cübbeleriyle yürüyecek. İstanbul’da da salı günü avukatlar bir miting düzenleyecek.
Konuyla ilgili konuşan İzmir Barosu Başkanı Özkan Yücel, daha önce 19 Mayıs ve 1 Haziran’da 80 baro olarak yetkililere seslenip bu değişikliklerden vazgeçilmesini istediklerini, avukatların ve baroların ihtiyacı olan değişikliklerin bunlar olmadığını ifade ettiklerini dile getirerek “1 Haziran’daki açıklamamızda eğer bu tasarı geri çekilmez ise demokratik tepkimizi ortaya koyacağımızı dile getirmiştik” dedi.
“Biz bu çalışmanın arkasındaki gerçek niyetin farkındayız” diyen Yücel, baroların sürekli siyaset yapmakla suçlandıklarını ifade ederek, “Kadın cinayetlerinde mahkemelerde davalara müdahil olmak, İstanbul Sözleşmesi’nin hayata geçirilmesi için gerekli tedbirleri alın demek, Kaz Dağları’na, Hasankeyf’e, Türkiye’nin rant için talan edilen her doğa parçasına sahip çıkmak, işkence vakalarında işkencecilerin yargılanması için çaba göstermek, Çorlu’da yaşanan tren kazasında gerçek sorumluların bulunmasını istemek, Soma’da 301 insanımızı yerin metrelerce altına gömüp, kâr için gerekli tedbirleri almayan faillerin yargılanmasını istemek, sandıklardan çıkan oylara sahip çıkabilmek için sandık güvenlik kurulları oluşturmak siyaset ise biz siyaset yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onların siyaset dediği şeyi biz hukukun işlemesi ve adaletin sağlanması olarak algılıyoruz” dedi.
Hükümetin baroların seçim sistemini değiştirmeye yönelik girişimine karşı yapılan "Savunma Yürüyüşü"nden sonra salı günü Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi karşısında "Savunma Mitingi" düzenlenecek. İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu "En az 50 bin avukat olmalıyız” diyerek tüm avukatlar�� Çağlayan’daki İstanbul Adliyesine davet etti. Durakoğlu çağrı metninde şöyle yazdı: “Sevgili Meslektaşım; Ülkemiz yargısının teslim alınmasına yönelik çok ciddi bir tehdidin arifesindeyiz. İktidar, yasa yapma gücünü silaha dönüştürüyor. Hukuksuzluğun yasa gücüyle meşrulaştırılmasına izin veremeyiz. Biz avukatız. Bunu anlatabilmemiz gerekiyor. Sizi, çocuklarınıza gururla anlatacağınız bir direniş gününe davet ediyorum. Beni bağışlayın ama, bu kez gelmeye mecbursunuz. 50 bin avukat olmalıyız.”
Bilinçli bir biçimde arasız kotarılan karanlığın dört bir yanı kuşatmasına tanığız. Bakur Kürdistan’ında var edilen cerahatin Batı Türkiye’ye yansısının her ne olacağının ön okuması, bizatihi meydan okumayla çıkagelen şu barolara müdahaleden karşımıza çıkar. Bir uzamda, bir sahada hayatın peyderpey yerle bir edilmesinin, delik deşik kılınmış hak ve adalet kavramlarının soluksuz dibinin oyulmasının yolları ve yöntemiyle bir ülkeye değil bariz bir düş kırımı iklimine varacağımız kesindir. Bugün artık bu raddede ekranlar aracılığıyla kırım katliam çağrısı yapmaktan, bir adım öteye geçip elimizde listeler var ona göre davranacağız diyeninden nazileri hortlatmaya çalışan akademisyen bozuntusuna kadar birbiriyle iç içe geçmiş bir kötü, kötülük, bet ve fecaat sarmalında hakkın, hukukun tükenişi sonrasında ne kalacaktır geriye o karanlıktan gayri, düşünür müydünüz?
Feyzioğlu gibi modern zamanların iktidar değneklerinin marifetleriyle bir menzildeki ol adalet, şu hak, berideki hukuk kavramlarının altı oyulurken yol nereyedir? İşkencenin artık gizlenmeden var edildiği, pişkince devletli emir erlerince savunulduğu, içişleri bakanlığı talimatıyla hayatın zehirlendiği, bir yerde bir uzamda var edilen karanlığın asla kafi bulunmadığı başka yerlere de sıçratıldığı bir uzamda gelecek her neyi getirecektir bir karanlıktan başka! Bütün bütün, dosdoğru bir yıkım sahnesi bina olunurken, karanlıklarla bir güne varılabilir, tek bir iyi gün var edilebilir mi? Bu kadar afaki bir çürümenin orta yerinde hayattan bahis açılabilir mi? Sorular soruları takip ederken, var edilenin katran karası gözler önünde yükselirken, ziller herkes için her zamankinden de pek çalarken her ne olur böyle! Yarın ya da sonra, daha sonra...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2020
Görseller: Serkan OCAK – Deutsche Welle Türkçe
1 note · View note
motosikletvideolari · 7 years ago
Text
2018'e vergi, harç ve cezalarında artışla giriyoruz
2018’e vergi, harç ve cezalarında artışla giriyoruz
Benzin artışları bir çok kullanıcının belini iyice büktü. Sadece bununla kalmıyor… Vergi, harçlar ve cezalar 2018’de yüzde 14,47 artacak. Motorlu taşıt vergisinden, pasaporta, ehliyetten, trafik cezalarına kadar birçok kalemde artış yaşanacak. İşte yeni yılın vergi zamları…
1 yıllık pasaport harcı 24,5 lira artışla 193,5 lira olacak. 3 yıldan fazla süreli pasaport harcı 633,4 lira olacak. Ehliyet…
View On WordPress
0 notes
motosiklet34 · 7 years ago
Text
2018'e vergi, harç ve cezalarında artışla giriyoruz
2018’e vergi, harç ve cezalarında artışla giriyoruz
Benzin artışları bir çok kullanıcının belini iyice büktü. Sadece bununla kalmıyor… Vergi, harçlar ve cezalar 2018’de yüzde 14,47 artacak. Motorlu taşıt vergisinden, pasaporta, ehliyetten, trafik cezalarına kadar birçok kalemde artış yaşanacak. İşte yeni yılın vergi zamları…
1 yıllık pasaport harcı 24,5 lira artışla 193,5 lira olacak. 3 yıldan fazla süreli pasaport harcı 633,4 lira olacak. Ehliyet…
View On WordPress
0 notes
gazetemsanat · 7 years ago
Text
2018'e vergi, harç ve cezalarında artışla giriyoruz
2018’e vergi, harç ve cezalarında artışla giriyoruz
Benzin artışları bir çok kullanıcının belini iyice büktü. Sadece bununla kalmıyor… Vergi, harçlar ve cezalar 2018’de yüzde 14,47 artacak. Motorlu taşıt vergisinden, pasaporta, ehliyetten, trafik cezalarına kadar birçok kalemde artış yaşanacak. İşte yeni yılın vergi zamları… 1 yıllık pasaport harcı 24,5 lira artışla 193,5 lira olacak. 3 yıldan fazla süreli pasaport harcı 633,4 lira olacak. Ehliyet…
View On WordPress
0 notes
yorgunb1radam · 6 years ago
Text
Aydındaki toprakları birinci sınıf topraklardır. Menderes nehrinin getirdiği minerallerden ve iklimin ılımlı olmasından dolayı tarımsal anlamda elverişli tarım arazileri vardır. Hani derler ya 'Adam diksen adam yetişir. Dağlarından yağ ovalarından bal akar. Bu kadar kullanışlı/elverişli Aydın topraklarının %85’i jeotermal Enerji sahası ilan edilmesi Aydın’a bir ihanettir. Aydın nüfusu yaklaşık olarak 1 milyon 100 binden fazladır ve bunun 600-700 bininin geçim kaynağı tarıma dayalıdır. Aydın topraklarında incir, ceviz, kestane, her türlü meyvecilik yapılmasının yanında zeytin bakımından da dağları ve ovaları oldukça zengindir. Dağlarında ve ovalarında içilebilir suları bulunmaktadır. Ancak çevreye uyumlu sanayileşme yapılmaması nedeniyle hızla içme sularımız, topraklarımız, havamız yok olmakta ve kirlenmektedir. 200’e yakın Jeotermal firması Enerji Piyasası Düzenleme Kurulundan lisans alarak Aydın topraklarına saldırı düzenlemiştir. Bunların 36’sı şu anda faal durumdadır. Binlerce kuyu açılmıştır. Diğer firmalar da kurulumunu yaparsa, ilk başta belirttiğim %85’lik Aydın’ın verimli arazileri işgal edilmiş ve on binlerce kuyu açılmış olacaktır. Kontrolsüz ve rant uğruna yapılan sanayileşme ve maden ocakları Aydın ilimiz için en büyük doğa katliamının sebebidir.
Aydın birkaç yıla kadar dünyada kurutulabilen incirin en yüksek tonajda üretildiği tek kara parçasıydı ve gelirinin çoğu yerli halka kalmaktaydı, bu vesileyle ülkede cari açığın eksilerde olduğu ender illerdendi. Geçim kaynağı tarım olan bu güzel topraklarımıza Herodot, “Bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzünün altı ve en güzel iklimin bulunduğu yer” olarak yorumlamıştır. Ancak şimdilerde Aydın arazilerinin hemen hemen tamamı birinci derece sit alanı veya birinci derece tarım alanıyken doğayı tahrip eden ve işgal eden şirketler tarafından rant uğruna yok edilmekte ve bozulmaktadır. Bu durum tarihin, havanın, toprağın ve sularının kirletilmesiyle bozulmuş durumdadır. Bunun en önemli etmenlerinden biri jeotermal zenginlik açısından dünyanın önde gelen kaynaklarını barındırmasıdır.
Nedir bu Jeotermal enerji santralleri? Kabaca anlatmak gerekirse: Açılan kuyular ile sıcak su yerin ortalama 3 km altından sondaj yapılarak yeryüzüne çıkartılır ve bu suda radon, bor ve sülfür gibi zararlı maddeler fazlasıyla bulunmaktadır, ayrıca sondaj hattı ve boruların tıkanmaması içinde daha çıkış aşamasında suya çeşitli kimyasallar, kostik soda, sülfürik asit ve pek çok diğer toksit ya da korozif(aşındırıcı) kimyasallar karıştırılıp boruların tıkanması veya kabuklaşma önlenir. Yer yüzüne çıkarılan bu yaklaşık 200 derecelik sıcak sudan oluşan buhar enerjisi ile elektrik üretilir ve daha sonra yer altına re enjeksiyon yapılır. Ancak Aydın’da çoğu santral maliyetli olduğu için re enjeksiyon kısmını uygulamamaktadır ve bu zehirli suyu menderes nehrine bağlanan dere kollarına bırakmaktadır, bu sebeple öncelikle ilimizde kanser, dolaşım sistemi, solunum sistemi, beslenme-metabolizma hastalıkları ve ölümler yapılan araştırma raporlarına göre %25 civarında artış göstermişlerdir. Bu oranlar Aydın Çevre Kurultayının Değerlendirme Raporundan alınmıştır. Aynı Rapora göre de Su, Hava ve Toprak kirliliğinin başlıca nedenleri arasında Jeotermal Enerji Santrallerini beyan edilmiştir.
İncir analizlerinde kükürt oranının yükselmesi, ürünün dalında kurumadan çürümesi gibi sorunlar gözlemlenmiştir, kimyasal açıdan yüklü olan suyun döküldüğü büyük menderes nehrinin beslediği tarım alanlarındaki faciayı ve yer altı içme sularının kirlenmesi gibi sorunları görmek içinse rapora bakmaya bile gerek yoktur.
Bu kirletici etkilerin insan sağlığına, hayvanlara, ürünlere, susal veya karasal yaşam üzerine etkileri çok büyüktür. Bu etkiler kabaca: Sondaj sürecince ekosistemin bozulması, kuyu sondajları boyunca jeotermal sıvı ile su ve toprağın kirlenmesi, tesisin işletilmesi süresince Karbondioksit(CO2) ve Hidrojen Sülfür (H2S) gibi birçok maddenin emisyonu, Jeotermal sıvının ekstroksiyonu(çözelti), Suyun geri enjekte edilmemesinden kaynaklı arazinin çökme riski gibi etkileri verebiliriz..
Jeotermallerin akışkan sularında ve atık sularında, yoğuşkanında büyük olasılıkla bulunan kirleticiler; Lityum, Borik asit, Arsenik, Cıva, Hidrojen sülfür ve Amonyaktır.
Yüzey sularının kirlenmesi jeotermal enerji santrallerinin akışkan sıvıyı nehirlere boşaltması ve buhar yoluyla havaya bırakması sonucunda olmaktadır. Yani kısaca Jeotermaller yüzey sularında yani içme ve sulama sularımızda kirliliğe neden olmaktadır. Sıvı nehir ya da akarsuya deşarj edildiğinden dolayı doğrudan oluşur. Bir de kirlenme dolaylı olarak yeraltı suyunun kirlenmesi sonucunda zamanla yüzeye çıkması şeklinde de olur. Yani tüm atık sular arazide tamamıyla re enjekte edilse bile, kirleticiler yüzey sularında yeraltı suları sistemi ya da gaz deşarjın ikincil etkileri aracılığıyla da kirlilik yüksek oranda oluşabilir. Jeotermaller Adnan Menderes’in suyunun kirlenmesinden, tarım için kullanılan suların kirlenmesinden, balık ölümlerine, tarım ürünlerinde kalitesizliğe, bu sulardan içen hayvanların hastalanmalarına, ölümlerine kadar Aydındaki yaşamı olumsuz etkilemektedir.  
Eylül 2018 AYÇEM tarafından fotoğraflanan Aydın ilinin Germencik ilçesindeki jeotermal santrallerinden çıkan ve re enjekte edilmeyen akışkan Hıdırbeyli’de yer alan dereye bırakılmıştır ve buradan Menderes nehrine geçtiği ‘İlçayı’ içerisindeki maddelerin özellikle Demir miktarının normalinden oldukça fazla olması yüzünden akarsu kırmızı bir renge boyanmıştır, buradan da menderes nehrine ulaşmıştır. Bu kontrolsüzlükler sonucunda Büyük Menderes Nehri şu anda Türkiye’nin en kirli 3’cü nehri haline gelmiştir ve içinde her gün binlerce balık ölmektedir.
Bu kirlilik kanun ve hükümlerin esnek ve zayıf olması bakımından da kaynaklanan bir durumdur. 5686 sayılı jeotermal kaynaklar ve doğal mineralli sular kanununun 14. maddesi hükümlerinde: “Ruhsat sahibi, kullanım sonrası açığa çıkacak akışkanı çevre limitlerini dikkate alarak deşarj edebilir. Akışkan içeriği çevre limitlerine göre deşarja izin vermiyorsa re enjekte etmekle yükümlüdür. Ancak formasyonun fiziksel ve kimyasal özellikleri nedeniyle re enjeksiyonun gerçekleşmediğinin MTA tarafından onaylanması halinde, çevre kirlenmesini önleyecek tedbirler alınarak deşarj yapılır." denmektedir. Aynı kanunun 11. maddesi gereğine göre bu şartların sağlanmaması durumunda ise; "Ruhsat sahibince, kaynak koruma alanı etüdü yapılmadan işletmeye geçilmesi veya koruma alanı etüdünde öngörülen tedbirlere uyulmamasının tespiti halinde faaliyetler durdurularak teminat irat kaydedilir. Altı ay içerisinde gerekli tedbirlerin alınması ve teminatın tamamlattırılması istenir. Altı ay sonunda teminat verilmez ve tedbirler alınmaz ise faaliyetler durdurulur." yaptırımı vardır.
Yani diyor ki; re enjeksiyon mümkün değilse, Sondaja devam ederek MTA gözetiminde biz bu atık suyu nehire dökeriz, kirletiriz. Bu kadarı da yetmiyor kirlilikten şikayet olursa 6 ay artı-değer için, karın artması için re enjeksiyon hiç yapmayız ya da az yaparız, salarız nehire artık suyu, sonra limite getiririz demişler. Kanun ve hükümlülük bakımından da konulan yasaların yetersiz ve görmezden gelici olduğu açıktır. Görmezden gelmiyoruz diyorlarsa, kirlilik görüldüğü veya çevreyi, insanları kötü etkilediği ve şikayetin alındığı anda derhal sondajın durdurulması veya kapatılması yönünde bir kanun çıkartılmasını ve kanundaki bu esnekliklerin yok edilmesi ve ciddi cezalar verilmesi çözümlerden biri olacaktır.
Çevresel perspektiften bakıldığında en önemli kirletici gazlar: Karbondioksit (CO2), Hidrojen sülfit (H2S), Amonyak (NH3), Cıva (Hg), Borik Asit (H3BO3) olarak verilebilir. Bunlarla birlikte havanın kalitesini düşmesi ve iklim krizlerine etkisi Aydın’da görülmüştür, görülmektedir. Jeotermal Enerji Santrallerinin bacasından su buharıyla çıkan bu maddeler uzun süre gökyüzünde bulut olarak asılı kalmakta ve daha sonrasında yağmur suyuna karışarak toprakla, bitkilerle, bizlerle temas etmekte ve yüzey sularına, içme sularımıza karışmaktadır. Böylelikle bu gaz kirliliği çevre ve insan sağlığını olumsuz etkilemektedir. Hava kalitesi için kirleticilerin deşarj miktarı ayarlanabilir ve kirlilik düşük miktarlara çekilebilir. Ancak bu yapılmamaktadır. Özellikle insan için Hidrojen sülfit(H2S)’in psikolojik etki sınırları düşük ölçülerde (0.06 ppm) kokudan, yüksek ölçülerde (>600 ppm) 1 saat solunması ile ölüme sebep olabilir. Bu sebeple Aydın ilindeki intihar oranlarındaki ve psikolojik bozukluklarda artışın nedenlerinden biri solunan hava olabilir.
Jeotermal Enerji Santrallerinden doğaya, suyumuza, toprağımıza karışan bu kimyasal maddelerin bizlere olan zararlarından bazılarını size söyleyim:
Lityum ve Borik Asit: Ürünlere, ağaç yapraklarına zararlı olan yüksek bor ve lityum ölçüleri bitkileri olumsuz etkilemektedir. Bor insan sağlığını da olumsuz etkiler. Örneğin, yüksek bor ölçülü içme suyu, insanda kilo kaybı ve bağırsak sistemi rahatsızlıklarına neden olmaktadır.
Arsenik yüksek ölçüde özellikle yiyecek ya da içecek alımıyla zamanla oluşan akut zehirlenmeye; stok ve sulu yaşamda zehirlenmeye neden olur. Kirlenmiş suda büyüyen bitkiler inorganik arseniğin yüksek ölçüleriyle birikir ve böylece zehirli olabilirler. Toprağa karıştığında bitkilerde renk bozukluğu gözlemlenmiştir. Yetiştirilen ürünlere, hayvanlara bulaşan Arseniğin direkt kansere neden olduğu ve Dünya Sağlık Örgütü(WHO(1993) tarafından dikkatle incelenmesi belirtilmiştir.
Civa susal bitkilerde ve hayvanlarda baskın olarak metil civa şeklinde birikir. İnsanoğlu için çok toksit etkisi olan metil cıva merkezi sinir sistemine zarar verir. Yüksek miktarlarda maruz kalınması böbreklere zarar verir.
Eğer tuzlu jeotermal sıvı ile kirlenmiş su sulamada kullanılırsa; bitkilerde olumsuz etkiler olabilir. Nehirlerimizde sularımızdaki canlıları yok edebilir, sulama ve yağmurlar ile birlikte ağaçlarımıza, tarım ürünlerimize büyük zararlar verebilir. İçme suyumuzun kirlenmesi de cabasıdır.
Gelelim tüm bunların sonucuna, maalesef ki Aydın ilinde her yıl dolaşım sistemi hastalıkları %31, Kanser %42, Solunum sistemi hastalıkları %57, Endokrin-Metabolizma-Beslenme hastalıkları %17 artmaktadır.
Bunların yanında bir de evlerinden, güzelim tarım arazilerinden zorla çıkarılmak istenen çiftçilerimiz, köylülerimiz de vardır. Atatürk’ün önemle vurguladığı gibi asıl kalkınmanın, milli ekonominin temelleri tarıma dayalıdır. Kendi besin kaynağını yok ettikten sonra, elektrik enerjisini yararı ne olacaktır.
Göründüğü gibi buna karşı durulmazsa Köylü milletin efendisi olmaktan çıkarılacak, evsiz ve işsiz kalacaktır. Bu sadece yerlerinden, arazilerinden çıkarılan köylüler için değil, civarda tarımla uğraşan, nehirden hayvanlarını su ile besleyen bütün köylülerimiz için geçerlidir.
Köylülerimizi sıcak su gelecek, iş imkanı olacak, para vereceğiz diyerek kandıran kapitalist zihniyeti de görmezden gelmememiz gerekir. Gelin Nazilli'den Efeler’e Germencik'e kadar uzanan hat üzerindeki köylüyle, tarım üreticileriyle konuşalım. Kükürt yüzünden ağaçlarının kurumasından söz edenden, ekinini çürütene, hayvanlarının hastalandığını söyleyene. Ailesinde kanser hastası çıkandan, çevresindeki akarsulardan, içecek sularındaki kokudan yaşanmayacak hale geldiğini söyleyenlere kadar. Jeotermal sözünü duydukları anda isyan etmeyen bir tane köylümüz bile kalmamıştır.
Aydında yaşayan biri olarak, durumun ne kadar kötü olduğunu bizzati her gün şahit oluyor veyahut sosyal medyadan köylülerimizin, arkadaşlarımızın acıyla doğa katliamlarını belgeleyişlerini, feryatlarına şahit olmaktayız. Şirketler, hava kirliliği ve su kirliliği konusunda sınır tanımıyorlar. Temiz enerji kaynağını, kanser kaynağı olarak güncellediler diyebilirim. “Bu konuda, yetkili makamlar binlerce şikayet aldıkları halde bir şey yapmıyorlar.” Neden yapmıyorlar sorusunu sormak sanırım abesle iştigal olacaktır. Efelerde, Germencik’te, Menderes nehrinde, hatta bazen Aydın merkezin yakınındaki akarsularda duyduğumuz ve şehir merkezine kadar gelen sülfür bileşenli (çürük yumurtaya benzer kokular), gün geçtikçe vatandaşı yavaş yavaş zehirliyor. Arsenik miktarı, su analizlerinde sınır değerin 3-4 katına ulaşıyor fakat, birçoğu arıtmasız menderese suyunu deşarj ediyor. Üstüne, gariban vatandaşın tarlasından bir gecede borular, nakil hatları geçebiliyor.
Birinci derece sit veya ormanlık alanlarımız, Zeytinlik alanlarımız kimsenin haberi olmadan tahrip edilip kökleniyor ya da kesiliyorlar, böylelikle tarım yapılamayan alan ilan ediyorlar. Neden bunu yapıyorlar derseniz: Yaptıkları suçu örtbas etmek için, 3573 sayılı Zeytin kanununun 20. maddesine göre, Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede bir işletmenin yapılması tamamen yasaktır çünkü. Soruyorum size Aydın ilinin neresinde zeytin yoktur?
Bu doğa katliamı için Türkiye’den herkesin bu konuda biraz da olsun bilgisi olmasını istedim, okuyan herkese teşekkürler ^^
6 notes · View notes
terasmagazin · 2 years ago
Text
İzmir’deki darbe girişimi davası: Cezalar belli oldu
İzmir’deki darbe girişimi davası: Cezalar belli oldu
İzmir’de FETÖ/PDY’nin 15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından açılan, örgüt elebaşı Fetullah Gülen’in bir numaralı sanık olduğu, 147’si tutuklu, 280 sanık hakkındaki davada, 21 Mayıs 2018 tarihinde 137 sanığa ceza çıktı. En ağır cezalar verildi Aralarında dönemin Ege Ordusu kurmay başkanı tümgeneral Memduh Hakbilen, eski koramiral Hasan Hüseyin Demirarslan, Bornova 57’nci Topçu Tugay eski…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
cejna · 3 years ago
Text
Qualcomm, AB'nin verdiği 1 milyar dolarlık cezayı iptal ettirdi
Qualcomm, AB’nin verdiği 1 milyar dolarlık cezayı iptal ettirdi
Avrupa Birliği (AB) antitröst şefi Margrethe Vestager, son vakitlerde büyük teknoloji şirketleri hakkında rekabet soruşturmalarını hızlandırdı. Bunun sonucu olarak ise Google’dan bankalara ve kamyon üreticilerine kadar çeşitli şirketlere rekabet zıddı uygulamalar nedeniyle çeşitli cezalar kesildi. Avrupa Komitesi 2018 kararında, ABD merkezli çip üreticisi Qualcomm’un, Intel üzere rakiplerini…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
malummedya · 3 years ago
Text
Korucuların öldürdüğü kardeşlerin davasında 3 müebbet
Korucuların öldürdüğü kardeşlerin davasında 3 müebbet
URFA – Suruç’ta Murat, Salih ve Ahmet Boğaakça kardeşleri öldürmekten yargılanan korucu kardeşlerden Aydın, Metin, Müslüm ile 18 yaşından küçük M. Toroman’a müebbet dahil ağır cezalar verildi.    Urfa’nın Suruç ilçesi Gölcük mezrasında Höyükyanı Mahallesi’nde korucu olan Toraman ailesinin 13 Temmuz 2018 tarihinde öldürdüğü Murat, Salih ve Ahmet Boğaakça kardeşlere ilişkin açılan ancak güvenlik…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
cemakkilic · 3 years ago
Text
Tumblr media
KUMPAS KAMBOÇYA'DA BAŞLADI...
2018 yılının Kasım ayında Kamboçya'daki Türk Konsolosu Ayda Ünlü 10 yıllık pasaportuma, eski pasaportlarıma, kimliğime el koydu ve zımba ile delikleyip bana geri vermesi gerekirken bunu yapmadı... Geçici pasaport verdiler...
14 Kasım 2018 tarihinde Sabiha Gökçen'de tutuklandım ve dünyada bu suçtan 33 ay Silivri 1 nolu Kapalı'da tutsak edilen ilk ve tek kişi oldum... 13 Temmuz 2021'de tahliye ettiler...
Kimlik çıkartmak için nüfus'a gittim... Bana kendini kanıtla, eski pasaportun, hüvviyetin var mı diye sordular... Kısacası kimlik vermediler, vermiyorlar... İş buldum, Afganların çalıştığı yerde kimlik yok diye işe almadılar...
Hepsini geçtim; kimlik olmadığı için postaneden UYAP ŞİFRESİ alamıyorum... Dolayısıyla devam eden mahkemelerimi takip edemiyorum... Olası bir ceza verildiğinde 7 günlük temyiz süresini kaçıracağım, cezalar onaylanacak... Sonra şunu diyecekler; bak ceza almışsın, itiraz bile etmemişsin, suçları kabul etmişsin... Aynen böyle diyecekler...
KAHROLSUN AKP...
CEM AKKILIÇ
Denizci eskisi, blog yazarı, bostan korkuluğu
0 notes
melih-asik · 7 years ago
Text
Hemşirelerimiz...
Bu ülkede haftada bir hemşirenin intihar ettiğini biliyor muydunuz...
Hemşireler haftasında (12 - 18 Mayıs) bu karamsar tabloya göz atmak zorundayız.
Meclis’te geçenlerde sağlıkta şiddet konusunda araştırma önergesi görüşülürken hemşire kökenli HDP Milletvekili Sibel Yiğitalp dehşet verici rakamlar açıkladı. Mesela...
“2015 yılında 71, 2016 yılında 56, 2017 yılında 53 hemşire intihar etmiştir...”
Bir yılda 52 hafta olduğuna göre demek ki bu ülkede her hafta ortalama 1 hemşire intihar ediyor. Sibel Yiğitalp ile konuştuk. Bunların Başbakanlığa bağlı BİMER’in verdiği rakamlar olduğunu söyledi.
Bu acı gerçeğe karşı iktidarın tavrı mı?
Meclis Genel Kurulu’nda önerge, AKP oylarıyla, “sağlıktaki intiharların genel intihara göre düşük olduğu” gerekçesiyle reddedildi!
Hemşirelik mesleği gecesi gündüzü olmayan bir yaşam maratonudur.
Hastanın tedavisi ve dertleriyle uğraşan hemşire herkese moral vermek, mutlu görünmek zorundadır ama onun dertleriyle ilgilenen kimse yoktur.
Hemşire hanım, gösterdiği bütün özveriye, yüklendiği tüm yorgunluğa rağmen tek başına yaşam kuracak bir maddi gelire sahip değildir. Ücretler düşüktür. Onlarla ilgili en vicdanlı sözü bir Tabip Odası’nın bildirisinde gördük. Hekimler diyor ki:
“Hemşirenin önemini biliyoruz ama değerini biliyor muyuz? Susalım ve bunu düşünelim.”
MOĞOL
Haber dün Milliyet’in manşetindeydi... Şişli ve çevresinde 5 bin Moğolistanlı yaşıyormuş... Çalışıyorlar, eğleniyorlar, barınıyorlar, gezip tozuyorlar... Ülke çapında 4 milyon da Suriyelimiz var malum. İlaveten son haftalarda çok sayıda Afganlı geldi ülkemize... İstanbul’da pis ve zor işlerde çalışıyorlar. Evlerde ve hasta bakım işlerinde de Türkmen ve Moldovalılar çalışıyor. Ülkemiz maşallah... Yolgeçen hanı... İş cenneti... Bir küçük derdimiz var... İşsizlik özellikle gençlerde rekor rakamlara ulaştı.
Onun dışında keyfimiz gıcır!
OGS
Meclise sunulan yeni torba teklife göre... Köprü ve otoyollardan geçişte ödenen HGS ve OGS ücretlerini ödemeyenlere uygulanan cezalar da büyük ölçüde affediliyor.
Cezalar 10 kattan 4 kata indiriliyor. O 4 kat ceza da 36 aya taksitlendiriliyor.
Böylece HGS ve OGS ödemelerini zamanında yapan vatandaşlar dolaylı olarak cezalandırılıyor.
Ülkemizde adaletsizliğin o kadar çok çeşidi var ki... Bu da onlardan bir tanesi...
BEDES
Beykoz Eğitime Destek Derneği (BEDES) çalışmaları içine tiyatroyu da kattı... Gönüllü hanımlardan oluşan BEDES’in amacı eğitimi desteklemek; olanakları kısıtlı öğrencilere burs vermek, yaz kampları düzenlemek, bölgedeki okullara kütüphaneler kurmak vb ...
BEDES tiyatro topluluğu ilk gösterisini 22 Mayıs 2018 tarihinde Acarkent TED Koleji’nde sergileyecek. Oyunun adı “Efsane Kuru fasulyeci”... Göksel Arslan’ın yazdığı oyunun müziklerini Gökhan Şeşen besteledi... Ortaya eğlenceli bir oyun çıktı... Acarkent ve yakınında yaşayanların ilgisine...
FISTIK
Baklavacılar Derneği BAKTAD Başkanı Mehmet Yıldırım “Ramazanda fıstıklı ürün yapmayı düşünmüyoruz” diyor. Neden... Dediği:
- 2017 yılının başında 60 TL olan fıstık fiyatları şu an itibariyla KDV dahil 210 TL’yi bulmuştur. Normalde bu fiyatın 70-75 TL civarında olması gerekir. Ancak stokçular, 2017 yılı başında üreticiden 60 lira civarında topladığı fıstığı depolayarak fiyat yükselttiler. Bir kilo fıstık yüzde 350 artışla 210 lirayı buldu...
Bir kilo baklavayı artık 100 liradan satmamız gerekir ki, bunu yapamayız.”
Demek Antep fıstığı altın ve dolardan daha fazla kazanç sağlıyor. Aklınızda olsun. Paranızı fıstığa da yatırabilirsiniz!
Açıkça görülüyor ki... Devlet stokçuluğu kontrol etmeyerek bu yatırımı destekliyor!
1 note · View note
haberihbarhatti · 7 years ago
Text
Cem Uzan: 2002 seçimine başka partiden girerdim, AKP ana muhalefet olurdu
Tüm haber ve son dakika gelişmelerini Haber İhbar Hattı ile anlık takip edin! Haber için önce http://www.haberihbarhatti.com/2018/cem-uzan-2002-secimine-baska-partiden-girerdim-akp-ana-muhalefet-olurdu/5058/
Cem Uzan: 2002 seçimine başka partiden girerdim, AKP ana muhalefet olurdu
Söyleşi: Onur Erem ve Efe ÖçFransa’dan sığınma hakkı alan ve Paris’te yaşayan iş adamı Cem Uzan, BBC Türkçe’nin sorularını yanıtladı.Bir gün Türkiye’ye dönmek istediğini söyleyen Uzan, siyasete önce 1999’da Doğru Yol Partisi’nden (DYP) girip dışişleri bakanı olmak ve Tansu Çiller’i cumhurbaşkanı yapmak istediğini, bu talebi reddedilince kendi partisini kurduğunu belirtti.Bugün 2002’ye dönme imkanı olsa, seçime birlikte girme teklifi getiren AKP, MHP veya DYP ile birlikte gireceğini anlatan Cem Uzan, seçime MHP veya DYP ile girmesi durumunda AKP’nin ana muhalefet partisi olarak kalacağını öne sürdü.Uzan, Türkiye’yi bir değişimin beklediğini, bu değişimde rol sahibi olmak istediğini söyledi ve ekledi:”Birilerinin dostluğunu kazanayım ki eskiden olduğu gibi birlikte hareket edelim.”Cem Uzan’ın, 7 Mayıs’ta düzenlenen Genç Parti Kongresi öncesi sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2003 yılında dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a “Allahsız” dediğiniz için aldığınız cezayı bozdu, bunu ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirdi. O dönemde neden böyle sert bir muhalefet yürütüyordunuz?Hepimiz insanız. Biz sizinle burada konuşuyoruz. Ben sizin kazara ayağınıza bassam haklı veya haksız olarak, sizin canınız yanar ve bir reaksiyon gösterirsiniz. Bundan daha doğalı olamaz.2002 Kasım’ından itibaren sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan 16 senedir Türkiye’yi yönetmektedir. Türkiye’ye büyük eserler katmıştır.Bunları hiçbirimiz inkar edemeyiz, etmemeliyiz.Türkiye tarihine damgasını vurmuş olan bir siyasi şahsiyettir. Nokta.Ben müsbet ilime, bilime inanan bir insanım. Evrende bazı değişmeyen faktörler var.Bunlardan bir tanesi, değişim. Değişim hiçbir zaman önlenemeyen bir şeydir. Bugün 100 sene evveline, 150 sene evveline gittiğimizde değişimin nasıl geldiğini görebiliyoruz.Peki ileriye bakalım, ne gelecek değişim? Bilmiyoruz.Siz neyin geleceğini düşünüyorsunuz?Neyin geleceğini benim öngörmem mümkün değil. Ama değişimin gelmekte olduğunu görüyorum. Nasıl 2002’de Türkiye’ye bir değişim geldiyse bir değişimin geleceğine inancım var.Bu değişim 50 gün sonra olur, 1.50 gün sonra olur ama değişimin gelmekte olduğunu ve geleceğini çok ama çok hissediyorum.Neden?Çünkü değişim kaçınılmaz.Ama neden şimdi?Az evvel ne dedim, 50 gün, 1550 gün, 3550 gün onu bilemem dedim.Ama 5 yıl önce söylemiyordunuz mesela bunu. Bugün söylüyorusunuz.Değişim geliyor. Çünkü Türkiye, ekonomik olarak çok zordadır şu anda. Türk insanı çok zordadır. Türkiye’de Lale Devri bitmiştir. Bugün bana birisi söylesin, doların yükselişini, euronun yükselişini durdurabiliyor musun?Mahkeme size öfke kontrolü terapisi cezası vermişti ama Türkiye’den çıktığınız için buna uyup uymadığınızı denetleyememişti. Öfke kontrolü terapisine gittiniz mi?Gittim.Nasıldı?Altunizade’de böyle bir iş hanının üçüncü, beşinci katı. Gittim. 4-5 defa gittim.Şu saniyede takdir-i ilahi tecelli etse ve vefat etsem ben, söyleyeceğim son bir laf vardır: Ey yüce yaradan bana fantastik bir hayat yaşattın.Gittim, oranın müdürü var, güzel bir soru, zeki bir soru. Gittim. Cem Bey hoşgeldiniz dediler, elimde kağıdım.Beni bir odaya aldılar. Genç bir hanımefendi geldi, devlet memuru bir bayan. Evet dedim, ne yapacağım şimdi?”Bana düşüncelerinizi anlatır mısınız” dedi. “Siz herhalde benimle dalga geçiyorsunuz” dedim, “Ben Türkiye’de önemli bir siyasi partinin başkanıyım, seninle en intime (özel) konuları mı konuşacağım?””Görevim” dedi kızcağız.”Sen bana bir soru sormayacaksın, ben de sana zaten cevap vermeyeceğim” dedim.”Zaten başka bir şansın yok ki” dedim, “Benim alnıma tabanca dayayacak halin yok ki”.Paris’te günlük hayatınız nasıl geçiyor? Neler yapıyorsunuz, nelerle uğraşıyorsunuz?Evraklarımın içinde mücadele ediyorum. Genç Parti’nin hayatta kalmasının ve seçimlere girmesinin mücadelesini veriyorum.Bol bol okuyorum, bol bol öğrenmeye çalışıyorum.Bana herkes bir şey söyledi: Anılarını, hatıralarını, niye yazmıyorsun. Bunu kağıda dökmemeye karar verdim, bunu aynen böyle bir kameradan videoya çekip videoda yayınlayacağım. Çekim yeri mekanı hepsi hazır. Önümüzdeki bir ay içinde de üç ay içinde de olabilir, ama altı ay dokuz ay değil.Siyasete girmeye nasıl karar vermiştiniz?İlk siyasete 1999’da girmeye karar verdim. Randevu aldım, Tansu Hanım’a gittim. Dedim ki ben siyasete girmek istiyorum.”Ben,” dedim, “Bütün imkanlarımla, bütün gücümle, bütün her şeyimle size destek olmak istiyorum” dedim.”Siz seçimleri kazanırsınız,” dedim. “Ben DYP’den milletvekili olacağım, siz başbakan olacaksınız, dışişleri bakanlığı istiyorum” dedim.Türkiye’yi dışişleri bakanı olarak benden daha iyi temsil edecek az adam bulursunuz.”Bir sene sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri var” dedim.”Bir sene sonra siz cumhurbaşkanı olursunuz, ben de partinin genel başkanı olarak başbakan olurum” dedim.Ben bu çıplaklıkta konuştum.Ne yanıt aldınız?”Bana 2-3 gün süre verir misin?” dedi.”Tabii Tansu Hanım” dedim.3 gün sonra haber geldi, o zaman Tansu Hanımın danışmanıydı, Celal Adan diye bir beyefendi, Tansu Hanım’a diyor ki, “Siz Cem Bey’le bu işi yaparsanız sonunda kaybedersiniz.””Teşekkür ederiz, Hayır” dediler.Ondan sonra peki dedim ben de hiç siyasete bulaşmadım 2002 senesine kadar.2002’deki seçimin ardınan partiniz barajın altında kaldı ama diğer merkez sağ partilerden de oy alarak onların da barajın altında kalmasına yol açtı.Sonuç olarak da AKP tek başına iktidar oldu. Bu tabloya bugün geriye dönüp baktığınızda, yine olsa aynı şekilde seçime girer miydiniz?Hayır.Nasıl bir şeyi tercih ederdiniz?Seçimlerden bir, bir buçuk ay önce haber geldi iki değişik partiden, gelsin bizden girsin, bizden katılsın… Hayır dedim.Bugün zamanı geri çevirmek imkanı olsa girerdim ve tablo da çok farklı olurdu.Nasıl bir tablo olurdu sizce?AKP ana muhalefet partisi olarak kalırdı.Hangi partilerden gelmişti bu teklif size?Hem AKP’den geldi, hem DYP’den, hem MHP’den geldi.Partinizin birileri tarafından AKP’nin önünü açmak için kullanılmış olabileceğini düşünüyor musunuz?Hayır. Sonuçları bu sizin söylediğiniz gibi yorumlanabilir ama ben o süreci tamamen yaşamış bir insan olarak biliyorum, hayır.Bugüne kadar hep siyasi gerek��elerle cezalar aldığınızı ve mal varlığınıza el konulduğunu söylüyordunuz. Peki bunu AİHM’e neden kabul ettiremediniz? AİHM’de 198 milyar dolarlık bir davanız vardı ve bunu kaybettiniz.Türkiye Cumhuriyeti devletinin belli bir gücü var, belli bağlantıları var. Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi özel bağlantıları üzerinden öyle bir hamle yaptı ki, bırakın benim davayı kazanmamı veya keybetmemi, temyize gitmeme izin verilmedi.Neydi bu hamle ve bu bağlantılar neydi sizce?Orada mevcut olan birkaç hakim üzerinden yapılan bazı bağlantılardı. Daha fazlasını lütfen maruz görün ben şu dakikada daha fazla açıklamak istemiyorum.Şirketleriniz hakkında ve sizin hakkınızda dolandırıcılık suçlamasında bulunan yalnızca Türkiye değildi. Nokia ve Motorola da benzer suçlamalar getiriyordu ve hatta Telsim’in satışından gelen 1,3 milyar dolar bu şirketlere ödenmişti. Bu davalara ABD’de veya başka ülkelerde itirazlarınız neden sonuç vermedi?İnsanın gücü her şeye yetmiyor. 10 cephede, 20 cephede aynı anda savaşamıyorsun. Karşında müttefiklik yapmakta olan belli güçlere karşı sonuç olarak mağlup oluyorsun. Bu hayatın değişmez gerçeği.Bu belli güçlerden kastınız nedir?O da bende kalsın. Daha fazla birilerini kızdırmayayım.Birilerini kızdırmanız durumunda başınıza daha farklı şeyler gelebileceğini mi düşünüyorsunuz?Aksine. İlk önce birilerini kızdırmayayım, daha sonra o birilerinin dostluğunu kazanayım ki eskiden olduğu gibi birlikte hareket edelim. Onun için bazen susmak gerekiyor.Bu, tabirimi maruz görsünler, bir nevi bir karı-koca kavgası gibi de bakabilirsiniz buna.Karı-koca kavga edebilir, barışabilmesi için ilk önce susması lazım iki tarafın da.Instagram’da Doğan Medya’nın satışı hakkında çok sert ifadeler kullanmıştınız. Satışa sevindiniz mi?Çok enteresan bir tarafım vardır.Benim ahım tutar.Aydın Doğan her şeyini satmak zorunda bırakıldı.Eğer bunu sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yaptırttıysa ben sayın cumhurbaşkanını iki yanağından öperim.Şimdi bugün gazetelere bakınız, Doğuş Grubu 6 milyar dolarlık yeniden borçlandırma, yeniden yapılandırma bilmemneleri konuşuluyor.Star TV benim göz nurumdur.Ben onu Türkiye’de kimse özel televizyonun ö’sünü düşünemezken kablolarını çekerek kurdum.Böyle alın terimdir o benim.Sana da yar olmaz o Ferit Şahenk efendi.Ben bir şey yapacağım için değil, yukarda bir yaradan var, yukarda bir tanrı var, yukarda bir Allah var, ne demek istiyorsak onu diyebiliriz, bırakmaz, kalmaz sana da.Türkiye’yi bir değişimin beklediğini söylüyorsunuz. Bu değişimde partinizin ve sizin de rolünüz olabileceğini düşünüyor musunuz?Olmaması için bir neden olduğunu düşünmüyorum. Olacak gibi iddialı bir beyanda da bulunmak da istemiyorum. Olmasını arzu eder miyim? Olmasını arzu ederim.Şu an seçime girme yeterliliği yok partinizin.Şu anda çok enteresandır, Anayasa Mahkemesi kararına göre seçime girme hakkımız var.YSK şu anda suç işliyor. Peki suç işlediği zaman bir devlet kurumu, ne yapacaksın? Gidip adamı vuracak halin yok ki.Aile üyelerinizle, kardeşinizle, babanızla görüşebiliyor musunuz?Ben şöyle söyleyeyim: Babamı 2003 senesinden beri görmedim.Şimdi çok duygusal bir yere bastın.Bana kimse bir şeyi inandıramaz veya söyletemez. Benim babam, namuslu, dürüst, şahsiyetli bir adamdır.92… Türkiye’de… Bana söylesin birisi Van’a, Diyarbakır’a, Urfa’ya yüzlerce milyon dolar yatıran bir tane Türk iş adamı söylesinler bana. Bir kişiyi.Türkiye’ye dönmeyi düşünüyor musunuz?Bir gün evet.Sizce o gün ne zaman gelecek?Onu bilmiyorum şu anda. Bakın, Türkiye’ye dönmek istemek başka şeyler, dönebilmek başka şey.Türkiye benim aşkım.
kaynak: Cem Uzan: 2002 seçimine başka partiden girerdim, AKP ana muhalefet olurdu
Anadolu Ajansı, DHA, İHA tarafından geçilen tüm yerel haberler bölümünde Haberihbarhatti.com editörlerinin hiçbir editoryal müdahalesi olmadan otomatik olarak ajans kanallarından geldiği şekliyle yer almaktadır. Bu alanda yer alan haberlerin hepsinin hukuki muhatabı haberi geçen websiteleri ve ajanslardır.
Görüş, öneri ya da şikayetiniz paylaşmak isterseniz, İletişim Formunu doldurarak bize ulaştırabilirsiniz. En kısa sürede değerlendirip size geri döneceğiz.
Tüm gelişmelerden haberdar olmak için Facebook sayfamızı takip edin!
Kaynak: http://www.haberihbarhatti.com/2018/cem-uzan-2002-secimine-baska-partiden-girerdim-akp-ana-muhalefet-olurdu/5058/
1 note · View note
Text
NORMAL VE LEGAL BİR YAŞAMDAN YAPAY SUÇLAR ÜRETİLEREK "HAYALİ BİR SUÇ ÖRGÜTÜ" OLUŞTURULAMAZ
NORMAL HAYAT VE LEGAL TAVIRLARI TÜRLÜ ZORLAMALARLA SUÇ GİBİ GÖSTERMEYE ÇALIŞARAK ‘HAYALİ BİR SUÇ ÖRGÜTÜ’ İMAJI OLUŞTURMAK KANUNA VE HUKUKA TÜMÜYLE AYKIRIDIR !
40 yıldır Devletimizin ve halkımızın gözü önünde olan, sevgi dostluk ve kardeşlik dışında hiçbir şey istemeyen arkadaş camiamız 11 Temmuz 2018’de düzenlenen operasyon sonrasında kamuoyuna ‘sözde bir suç örgütü gibi’ yansıtılmak istenmiştir. Tüm dava iddianamesi de bu gayrı hukuki hedefe yönelik olarak ‘zoraki suç isnatlarıyla’, ‘suni suçlarla’, ‘suç unsuru içermeyen sahte suçlamalarla’ doldurulmaya çalışılmıştır.
Tertemiz bir arkadaş topluluğundan, her yerde güzel ahlaklarıyla tanınan tertemiz insanlardan, Allah korkusuyla, samimi imanla, Kur’an ahlakıyla yaşanan tertemiz hayatlardan, ‘karalamalarla, iftiralarla ve kötü niyetli yorumlamalarla’ ‘hayali bir suç örgütü’ oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu girişim daha ilk gününden itibaren başarısız olmuş, halkımız Adnan Oktar ve arkadaşlarından asla bir suç örgütü çıkmayacağını görmüş, önde gelen hukuk profesörleri ve akademisyenler de iddianamenin hukuki hiçbir değeri olmadığı, hiçbir somut, kesin ve inandırıcı delil barındırmayan dava dosyasının bomboş olduğu gerçeğinde ittifak halindedir.
Tüm insanlar gibi bizlerin de yaşadığı normal sıradan bir hayat, özel bir telkin ve ikna metodu ile özel kelimeler, terimler, tamlamalar kullanılarak göz göre göre, adeta insanların akıllarıyla alay edercesine güya suçmuş gibi ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Arkadaşlarımız bir sabah kalkmışlar ve 40 yıllık hayatlarının günlük detaylarını anlatan cümlelerin  başına "örgütsel saik" ifadesi eklenerek sözde “bir suç örgütünün mensuplarıymış gibi” gösterilmeye çalışıldıklarını fark etmişlerdir. Bir anda hiç yoktan hayali bir örgüt var edilmiş, normal sıradan hayatlara suni ve sahte suçlar atfedilerek ortada sanki dehşet verici bir tablo varmış algısı oluşturulmuştur.
Bir insanın hayatının en doğal parçası olan ihtiyaç içinde olan birine yardım etme, tanıyıp güvendiği bir insanla ticaret yapma, şirket kurma, yurt dışına gitme, yurt dışında şirket kurma, en yakın dostundan mal alıp satma, sevdiği dostlarıyla bir arada vakit geçirme, hasta bir arkadaşının baş ucunda bekleme, bedelli askerlik yapma, oy kullanma, evlenme veya boşanma, çocuk sahibi olma veya olmama, eğitimine devam etme veya herhangi bir sebeple eğitimini yarım bırakma, hatta AVM’ye gitmek gibi sıradan ve gündelik hayatın bir parçası olan eylemler cümle başlarına “ÖRGÜTSEL SAİK” ifadesi eklenerek suçmuş gibi gösterilmeye çalışılmıştır.
Oysa bir eylemin başına “örgütsel saik” ibaresi eklenmesi o eylemi suç kılmaz. Anayasamıza ve evrensel hukuka göre bir eylemi suç kılan unsurlar, kanıtlar belirlidir ve bu unsurların, somut ve gerçek delillerin hiçbiri bizim dosyamızda bulunmamaktadır.
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkındaki bu ‘hayali ve zorlama suç isnatları’ tamamıyla ‘bir algı ve kumpas operasyonun, bir karalama kampanyasının ürünü’dür. Önce bir ‘algı çalışması’ yürütülmüş ve toplumdaki camiamıza ideolojik karşıtlık içerisinde olan, kıskançlık besleyen, nefret dolu ve kompleksli bazı insanlar bir araya getirilmiştir. Ardından da bu insanlar ‘bir linç kampanyası yapılacak’ diye müjdelenerek motive edilmiştir. Bu linç ruhu ile galeyana getirilen bu kalabalıkla da organize bir linç uygulaması gerçekleştirilmiştir.
Dosyada yer alan tüm suçlamalar kamuoyu nezdinde camiamızı güya ‘sapkın, tehlikeli, dış güçlerin kontrolünde, vatanı ve milleti aleyhinde faaliyetlerde bulunan ve suç işleyen insanlardan oluşan bir yapı’ gibi gösterme amacıyla ortaya atılmıştır. Bu özel olarak kurgulanan karalama yöntemiyle camiamız aleyhinde bir kamuoyu baskısı oluşturmak ve bu yolla yargı üzerinde baskı kurarak dava sonunda ağır cezalar çıkması hedeflenmiştir.
Oysa ki başta Sn. Adnan Oktar olmak üzere bu camiadaki tüm arkadaşlarımızın en önemli özellikleri, suç işlemek bir yana, gönüllü olarak hayatlarını ‘her türlü suçun, kötülüğün, yanlış ve gayri ahlaki tavrın dünya çapında ortadan kalkması ve tüm toplumlarda yalnızca sevginin, güzel ahlâkın, iyiliğin, barışın, hoşgörünün hâkim olması için fikri mücadele vermeye adamış insanlar olmaları’dır.
Sayın Adnan Oktar ile tüm arkadaşlarımızın 30-40 yıllık geçmişleri incelendiğinde hayatlarında yalnızca iyiliğin, güzel ahlâkın, fedakarlığın, samimiyetin, tertemiz bir vicdanın ve tüm dünyanın iyiliği için harcanmış benzersiz bir çabanın hâkim olduğu görülecektir. Hayatlarının hiçbir döneminde, hiçbir yerinde, suça dair hiçbir eylem ve tavır asla olmamıştır.
Ancak buna rağmen halihazırda sayın Sayın Adnan Oktar ve tüm arkadaşlarımız ‘iftiralara dayalı hayali suçlamalar sebebiyle’ yargılanmakta ve yaklaşık 2 yıla varan bu yargılama sürecini de ‘tutuklu olarak’ geçirmektedirler.
Dava dosyasına bakıldığında, ‘hiçbir suç unsuru içermeyen tertemiz hayatların nasıl bir suç örgütünün parçası gibi gösterilmeye çalışıldığı’, ‘doğal hayatın legal ve meşru parçalarının nasıl suç eylemleriymiş gibi ele alındığı’ ve bunun için de ‘hangi aldatma ve linç yöntemlerinin kullanıldığı’ kolaylıkla görülebilmektedir.
0 notes
adnanoktarvemedya · 4 years ago
Text
TÜRK İNSANI ADİL, TARAFSIZ, DÜRÜST, İLKELİ VE SEVGİ DOLU BİR BASIN ÖZLEMİ İÇİNDE
Tumblr media
Basında ve sosyal medyada, kendinden olmayana karşı öfke, hınç, intikam, kötüleme, küçük düşürmeye çalışma, cezalandırma, yalnızlaştırma gibi linç eylemlerinin giderek dozunun arttığı bir dönemden geçiyoruz. Fikir ayrılıklarına, farklı yaşam tarzlarına, farklı inançlara karşı tahammülsüzlüğün giderek tırmandığı bir dönem bu... 
Cumhurbaşkanımızdan gazetecilere, hekimlerden siyasetçilere, hukukçulardan iş insanlarına kadar bu ortamdan hiç kimse mutlu değil. Herkes bu sevgisizlik, husumet ve linç ortamından nasibini alıyor.
En küçük bir anlaşmazlık veya zıt fikirlerde dahi, taraflar birbirlerinin cezalandırılmasını, susturulmasını, ezilmesini, hatta tutuklanmasını ve yok olmasını isteyecek kadar gözü dönmüş bir acımasızlıkla birbirine saldırabiliyor.
Başkalarına hınç ve öfkeyle saldıranlar, kalemlerini acımasızca diğer insanları incitmek, üzmek, susturmak, sindirmek için kullananlar, bir gün kendilerinin de aynı duruma düşebileceklerini, bu sistemin kendilerini de yok etmek ve susturmak üzere onlara dönebileceğini hiç hesaplamıyor. Besledikleri bu sevgisizlik, acımasızlık, öfke, linç, ezme ve yıldırma ruhu, adeta bir bumerang gibi eninde sonunda kendilerine dönüyor. Haksız ve hukuksuz olarak başkalarına saldıranlar, bir gün kendileri de aynı haksızlık ve hukuksuzluklarla karşı karşıya kalıyor.
Benzer bir durum, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımıza yönelik gerçekleştirilen 11 Temmuz 2018 tarihli operasyonun akabinde, camiamıza karşı düzenlenen karalama ve linç kampanyası sürecinde de yaşandı. Ne yazık ki halen de yaşanmaya devam ediyor. Sayın Adnan Oktar ve camiamıza fikren karşı olan bazı çevreler, bu davanın bir kumpas davası olduğu alenen ortada olduğu halde, yazılı ve görsel basın ve sosyal medya aracılığı ile, bazıları bilerek bazıları ise bilmeden bu kumpasın bir oyuncusu haline geldiler. Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarımız hakkında akla hayale gelmeyecek iftiralar, karalamalar, hayali suç isnatları aylarca gündem oldu. Sayın Adnan Oktar’ın ve arkadaşlarımızın tutuklanmalarıyla da dinmeyen bu galeyan hali, ömür boyu hapis, tahliye olanların tekrar tutuklanmalarının istenmesi gibi bir cinnete dönüştü.
Ne var ki, camiamızın karşı karşıya kaldığı haksız tutuklanmalar, uzun tutukluluk süreleri, dijital verilerin hukuksuz toplanması, kumpasa açık bir operasyon süreci gibi tüm haksızlıklar ve hukuksuzluklar, bir anda camiamızın ömür boyu hapisle cezalandırılması için uğraşan çevreleri de bir gün gelip buldu. Bu çevreler bir anda, haksız tutuklamalar, iftiralarla yürütülen yargı süreci, hukuka aykırı sözde deliller gibi camiamızın karşılaştığı tüm adaletten uzak uygulamaları eleştirmeye, kendi haklarını aramaya başladılar.
Oysa bu kişiler, camiamıza yapılan operasyonun ilk gününden itibaren 2 yıl boyunca Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarını türlü ithamlarla karalamaya çalışarak, tutuklanmaları için adeta yaygaralar koparmışlardı.
Hem öyle bir yaygara ki, akla hayale gelmedik iftiraları manşetlere taşıyarak, kamuoyunu tam 2 yıl boyunca yanlış bilgilendirdiler. Söz konusu yaygaradan bazı iftira başlıklarını kısaca hatırlayacak olursak...
Sayın Adnan Oktar ve Arkadaşlarına Yönelik Son 2 Yıldır Basında Çıkan Asılsız Haberler, Yalan Manşetler Türk Basını Hakkında Olumlu Bir İzlenim Oluşturmuyor
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşları aleyhinde kurgulanan senaryolar, tümüyle yalan ve iftiralar üzerine bina edilmiştir. Halkta infial meydana getirmek, yargı üzerinde bir baskı oluşturmak, arkadaşlarımızı tutuklatmak, tutukluluk sürelerini uzatmak ve nihayetinde olabilecek en ağır cezaların verilmesini sağlamak için, toplumun sinir uçlarına dokunacak itham ve iftiralar özel olarak seçilmiştir.
Manşetlerde yer alan, tamamı hayal ürünü ve uydurma olan iftiralardan, tek bir delili dahi bulunmayan iddialardan bazıları şöyledir:
Sayın Adnan Oktar’ın, Sayın Erdoğan’a 26 yıldır kesintisiz destek verdiği tüm çevrelerce bilindiği, hatta bu desteği ispatlayan binlerce saatlik A9 TV canlı yayın kayıtları, yurt dışı basınında çıkan makaleleri ve röportajları olduğu halde, güya Sayın Erdoğan’ın aleyhinde konuştuğu yalanını bile bile kamuoyuna servis ettiler.
11 Temmuz 2018 tarihindeki polis operasyonunda 120 eve eş zamanlı polis baskını yapıldı ve bu evlerde zorla tutulan tek bir kişiye bile rastlanmadı. Fakat basın, “zorla tutulan kadınlar” yalanını sürmanşetten verdi.
Cinsel saldırı ve taciz iftiralarıyla ilgili tek bir somut delil olmamasına ve Adli Tıp raporları ile bu iftiraların yalan olduğu ispatlanmasına rağmen basın, aylarca tertemiz camiamıza yönelik bu iftiraları haber yapmaya devam etti.
Ortada tek bir şantaj kaseti olmamasına rağmen, pervasızca, yüzleri kızarmadan “şantaj arşivi bulundu” manşetleri atıldı. Oysa bu haberleri yapanların kendileri de tek bir şantaj kaseti dahi olmadığını çok iyi biliyorlardı.
Camiadan bir doktor arkadaşımızın EKG cihazı “yalan makinesi” çıktı diye yayınlandı.
Bahçeli ve müstakil evde oturan herkesin bahçesinde bulunabilecek güvenlik kameraları bir suç unsuru gibi yayınlandı.
Bahçe merdivenleri  “gizli geçit” gibi gösterildi.
Camiamızdaki bazı hanım arkadaşlarımızın tercih ettiği ve dünyaca ünlü starların kullandığı bir saç stili için olmadık hayali senaryolar üretildi, bu arkadaşlarımızın saçlarının zorla kazıtıldığı yalanı manşetlerde yer aldı.
Sn. Adnan Oktar, 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe gecesinde FETÖ’ye ilk meydan okuyan kişi olmasına, o gece sabaha kadar darbecilere karşı 12 saat kesintisiz A9 TV’de canlı yayın yaparak mücadele etmesine, halkımızı Sayın Erdoğan etrafında kenetlenmeye davet etmesine rağmen, bu gerçekler göz ardı edilerek, güya FETÖ’ye destek verdiği iftirası her fırsatta haberlerde yayınlandı.
Bizler gibi FETÖ’ye karşı her zaman devletin, hükümetin yanında olan vatanseverlere FETÖcü iftirası dahi atıldı. Basın ise hiçbir araştırma yapmadan, somut delillere bakmadan “Bylock çıktı” yalanını ortaya attı. Oysa, 180 arkadaşımızın telefonuna el konuldu, tek bir arkadaşımızda dahi Bylock olmadığı ispatlandı.
FETÖ ile camiamızın bağlantısı olduğu yalanına dair tek bir delil olmamasına, hatta Sayın Adnan Oktar’ın 17-24 Aralık’tan çok önce de FETÖ’yü eleştiren, yeren sayısız yayını olmasına rağmen, bir kısım basın her fırsatta bu yalanı yayınlamaya devam etti.
Sayın Adnan Oktar canlı yayında defalarca kez hiçbir Mehdilik iddiasında bulunmadığını, böyle bir iddianın dinen haram olduğunu açıkladığı, hatta ömrünün sonuna kadar böyle bir iddiada bulunmayacağına dair yemin ettiği halde "Mehdilik ilan edeceklerdi" yalanı aylarca haber yapıldı.
24 ay boyunca silahlı suç örgütü manşetleri atarak halkımızın bilinçaltına bu yalanı telkin eden basın, balistik incelemelerle ruhsatlı silahların hiçbir suça karışmadığının hatta tek bir kere bile kullanılmadığının ispatlandığını kamuoyuna açıklamadı.
“Bahçelerde gömülü para var” iftirası üzerine kazılan bahçelerden var olduğu iddia edilen paralar çıkmadı. Buna rağmen basın bu yalanı manşetlerine taşımaya devam etti.
Operasyonun ilk gününden itibaren 33 ayrı suç olduğu yalanını büyük bir yaygara kopararak yayınlayan basın, bu uydurulan suçlamaların %98’inin iddianamede bile yer almadığını, kalan %2’sinin de gerçek dışı soyut müşteki yalanlarından ibaret olduğunu, bunların hepsinin somut delillerle asılsız ve mesnetsiz olduğunun ispatlandığını kamuoyunun bilgisine sunmadı.
A9 TV canlı yayınlarında, milyonlarca kişinin gözü önünde, devletimiz ve milletimiz lehine yapılan görüşmeler, güya devlet, millet aleyhinde sözde gizli toplantılar, sözde casusluk faaliyetleri gibi gösterilmeye çalışıldı. Canlı yayın kayıtları ise bu iddiayı yerle bir etti. Ne var ki, bu gerçeği basın hiçbir zaman gündeme getirmedi.
Casusluk iddiaları, Dışişleri Bakanlığı ve MİT’ten gelen açıklamalarla yalanlandı; buna rağmen bir kısım basın suçsuzluğumuzu ispatlayan bu resmi belgeleri yayınlamadığı gibi bu konuda da yalan manşetler atmaya devam etti.
Ne var ki bu apaçık gerçeklere rağmen bir kısım basın kuruluşları,
– Tüm bunların yalan olduğunu, Adnan Bey ve arkadaşlarımızın masum olduklarını çok iyi bildikleri halde 2 yıl boyunca bu yalanları kamuoyuna servis ettiler.
– 2 yıl boyunca camiamıza yapılan haksız ve hukuksuzluklara göz yumdular, hatta camiamıza atılan iftiraları bire bin katıp bizzat kendileri yaydılar. Halkımızı bu yalanlara inandırmaya, camiamızı kendilerince itibarsızlaştırmaya çalıştılar. Mahkemelere etki etmeyi hedefleyerek, Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının hiçbir suçlarının olmadıklarını bile bile, vicdanları hiç sızlamadan yıllar boyu cezalar almaları için zemin hazırladılar.
Tabii tüm bunları yaparken, linç mantığıyla hareket ederek ön ayak oldukları bu “yalan haber yayma sistemi”nin bir gün kendilerine de dokunacağını düşünemediler.
Geçtiğimiz 2 yıl içerisinde tutuklanan birçok gazeteciye ve haklarında soruşturma açılan gazetelere yönelik, bu basın kuruluşlarından bir anda hak, hukuk, adalet feryatları yükselmeye başladı. Besledikleri sistem bumerang gibi kendilerini de vurdu.
Sevgi Anlayışını Esas Alan Yayın Politikalarına Acil İhtiyaç Var...
Yapılan araştırmalar, basının yalan haber yayınlaması konusunda Türkiye’nin en ön sıralarda olduğunu göstermektedir.
Oxford Üniversitesi, Reuters Enstitüsü’nün 2019 yılı raporuna göre: “TÜRKİYE, DEZENFORMASYON VE SAHTE HABERİN EN ÇOK GÖRÜLDÜĞÜ ÜLKE".
Türkiye’de giderek artan yalan ve asılsız haberler, haksız ve hukuksuz tutuklamalara psikolojik zemin hazırlayan en büyük etkenlerden biridir.
Yalan haberler toplumda bu haberlerin odağı olan kişilere yönelik infial oluşturmakta, toplumu kutuplaştırmakta, insanları farklı fikirleri savunamaz hale getirmektedir. Toplumda oluşan infial de mahkemeler üzerinde baskı oluşturarak bir tutuklama aracı haline dönüşmektedir.
Ki, bunun en açık örneği yukarıda da bahsettiğimiz gibi, günümüzde Sayın Adnan Oktar’a yönelik basında yürütülen yalanlara ve iftiralara dayalı karalama kampanyalarıdır.
Masum İnsanların Tutuklanmalarına Zemin Hazırlamak Türk Basınına Yakışmıyor
Bir kısım basın kuruluşları, gerçek dışı haberlerle masum insanların tutuklanmalarına zemin hazırlarken bir yandan da haksız ve hukuksuz şekilde tutuklandıklarını düşündükleri kendi ideolojilerindeki kişiler için adalet arayışına girmektedirler.
Bu çok büyük bir çelişkidir.
Hem bu sistemi besleyip teşvik etmek hem de ucu kendine dokununca imdat çığlıkları atmak makul ve samimi bir davranış değildir. Beslediği sistem elbet bir gün kişinin kendisini de gelir bulur. Bu, tarihte çok kereler yaşanmış bir gerçekliktir.
Adalet herkes için olmalıdır, adaleti herkes için istemek gerekmektedir. Sadece kendi fikrindeki, kendi inancındaki insanlar için adalet isteyip, karşı fikirdeki insanlar için, masum olmalarına rağmen, yüksek cezalar, ömür boyu hapis istemek vicdanlı, akılcı ve adil bir yaklaşım değildir.
Eğer ortada bir suç varsa asıl yapılması gereken;
Suçun işlenmesini önlemek,
Buna yönelik tedbirler almak,
İnsanların refah, eğitim, huzur, mutluluk seviyelerini yükselterek suç işlenecek tüm ortamları komple ortadan kaldırmaktır.
Alınacak her tedbir çok daha iyi tedbirlerin alınmasına da vesile olacaktır.
Basın insanların hapse girmesine değil, insanların eğitilmelerine ön ayak olmalıdır.
Haksız ve hukuksuz uygulamalara karşı alınacak tedbirlerin en başında ise sevgiyi ve şefkati savunmak, sürekli sevgi dili kullanmak, nefrete tüm kapıları kapatmak gelmektedir.
İnsanları düşmanlığa, çatışmaya, ayrışmaya sürüklemek değil; sevgiye, kardeşliğe, birlik ve beraberliğe teşvik etmek basın kuruluşlarına düşen en büyük görevdir.
Kin ve nefret pompalayan haberlerin etkisiyle ülkemizde çığ gibi gelişen sevgisizlik ve mutsuzluğu milli bir sorun olarak görmek ve sevgiyi esas alan bir yayın anlayışına geçmek basın kuruluşlarının en aciliyetli vazifesidir.
Topluma nefret aşılayarak verilen tahribatı gidermenin yolu, bir an evvel sevgiyi yaymaktan geçmektedir.
Sevgisizliğin hakim olduğu, birbirlerini sevmeyen insanlardan oluşan bir toplumda milli şuur ve milli birlik de giderek zayıflamakta ve en nihayetinde yok olmaktadır. Zira, bir ülkeyi içten parçalama zemini tam da bu şekilde oluşturulmaktadır...! O nedenledir ki; basınımız, ülkemize yönelik böyle bir tehlikeye asla ön ayak olmamalıdır.
Bir kısım basının bunların hiçbirini yapmayıp;
“GENÇLER NEDEN MUTSUZ?” (Milliyet Gazetesi)
“TÜRKİYE MUTSUZ İNSANLAR ÜLKESİ” (Onedio Haber Sitesi)
“YENİ TÜRKİYE' YALNIZLIĞA SÜRÜKLENİYOR” (BBC)
“CUMHURBAŞKANI RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN İKTİDAR PARTİSİ ‘DERİN BİR MUTSUZLUK’ İÇERİSİNDE” (Oda TV)
... gibi manşetlere –sanki bu durumda hiç payları yokmuş gibi– büyük bir şaşkınlık içinde Türkiye’nin mutsuzlaştığı, kimsede huzur kalmadığı haberlerini yapması işte asıl şaşırtıcı olan budur.
Sevgisiz, hiçbir delile dayanmayan, menfaati gereği, nefret odaklı, kişileri hedef alarak itibarsızlaştırmayı ön gören ve yalan üzerine bina edilmiş habercilik anlayışı Sayın Cumhurbaşkanımızdan devlet yetkililerimize, yazarlardan gazetecilere, hukukçularımızdan halkımıza kadar herkesi, her kesimi tedirgin ve mutsuz ediyor. İnsanlarımız bir gün kendilerinin de iftiraya uğrayacakları, olmadık iddialarla suçlanacakları endişesiyle, korku, güvensizlik ve huzursuzluk içinde.
Öyle ki eline biraz imkan ve fırsat geçen birçok vatandaşımızın içleri kan ağlayarak güzel ülkemizi terk edip özgürlük, demokrasi, adalet ve güvenlik bakımından daha ileri gördükleri yabancı ülkelere yerleşmeleri giderek daha sık şahit olduğumuz çok acı bir gerçek. Görüldüğü gibi, Türkiye’yi yaşanamayacak bir ülkeye dönüştürmenin hiç kimseye hiçbir faydası yok.
Sevgisiz, Acımasız, Yalan Ve İftira İçerikli Haberlerle İnsanları Mağdur Etmeyi Hedefleyen Bir Medyacılık Anlayışı En Başta Kur'an Ahlakına Aykırıdır
Sırf farklı bir inanca, yaşam tarzına veya fikre sahip olduğu için insanların yıllarca hapislerde çürümesini istemek, buna haksız yere sebep olmak, iftiralara uğramasına göz yummak hukuka, vicdana ve en önemlisi Kur’an ahlakına aykırıdır.
Bu ahlakın toplumda yayılmasını engellemek için yalan haberciliğe, delilsiz iftiralarla yaygaralar koparmaya ivedilikle son verilmeli, hangi görüşte olursa olsun herkese karşı şefkat üslubuyla konular ele alınmalı, tarafsız bir şekilde değerlendirme yapılmalı ve gerçekleri yayınlamak ilke edinilmelidir.
Yüce dinimiz İslam da bir bilgiye dayanmaksızın gerçek dışı beyan vermeyi, yalanın her türlüsünü kesin olarak yasaklamıştır.
Yüce Allah, Kur’an’da doğru sözlü olmayı emretmiştir:
Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğru söz söyleyin. (Ahzab Suresi, 70)
Hiçbir bilgiye dayanmaksızın, sırf halkın gözünde itibarsızlaştırabilmek için bir insanı hedef edinerek, hakkında alabildiğine yalanlar ve iftiralar üreterek bunları topluma yaymak Allah Katında büyük bir suçtur.
O durumda SİZ ONU (İFTİRAYI) DİLLERİNİZLE AKTARDINIZ VE HAKKINDA BİLGİNİZ OLMAYAN ŞEYİ AĞIZLARINIZLA SÖYLEDİNİZ VE BUNU KOLAY SANDINIZ; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür.
Onu işittiğiniz zaman: "Bu konuda söz söylemek bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu, BÜYÜK BİR İFTİRADIR" demeniz gerekmez miydi? (Nur Suresi, 12-16)
Peygamberimiz (sav), doğru sözlü olmanın, dürüstlüğün Allah’ın cennetine alması için bir vesile olduğunu ve sürekli yalan söylemenin ise ahirette çok büyük bir karşılığı olacağını şu şekilde bildirmiştir:
“Şüphesiz ki sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir. Yalancılık, yoldan çıkmaya (fücûr) sürükler. Fücûr da cehenneme götürür. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah Katında çok yalancı (kezzâb) diye yazılır.” (Buhâri, Edeb 69; Müslim, Birr 103-105. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 80; Tirmizi, Birr 46; İbni Mâce, Mukaddime 7; Duâ 5)
Sonuç olarak; Sevgiyi, iyiliği, kardeşliği esas alan bir yayın politikası hemen devreye girerse toplumda tüm gerginlikler hemen o an bitecek ve ardından büyük bir huzur toplumu oluşacaktır, insanlar rahatlayacak, birbirlerine şefkatle bakmaya başlayacaklardır. Unutulmamalıdır ki, sevgi, daha güçlü sevgiyi ve koruyup kollamayı da beraberinde getirecektir.
Sevgiyi, dostluğu, dürüstlüğü, güzel ahlakı yayalım ki hepimiz mutlu olalım, kısacık dünya hayatında ülkemizi mutlu insanlar ülkesine dönüştürmek için birlikte çaba gösterelim.
Yüce dinimiz İslam da iyiliği, güzel sözü, dürüstlüğü, yardımlaşmayı, dayanışmayı, güzel ahlakı ve birlik olmayı emretmektedir. Kur’an’da sevgiye ve iyiliğe davet eden birçok ayet vardır:
İnanıp salih ameller işleyenler için Rahmân, (gönüllere) bir sevgi koyacaktır. (Meryem Suresi, 96)
İşte bu Allah'ın, inanıp salih ameller işleyen kullarına müjdelediği şeydir. De ki: ‘Ben buna (yaptığım tebliğ görevine) karşılık sizden, akrabalıktan doğan sevgiden başka bir ücret istemiyorum.’ Kim güzel bir iş yaparsa, onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını verendir. (Şura Suresi, 23)
Ola ki Allah sizinle, içlerinden düşman olduğunuz kimseler arasına bir sevgi (ve yakınlık) koyar. Allah hakkıyla gücü yetendir. Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir. (Mümtehine Suresi, 7)
Sayın Adnan Oktar ve arkadaşlarının şiarı da Rabbimizin Kur’an’da bildirdiği gibi her zaman sevgi ve şefkat üslubu kullanmak, Kur’an ahlakına, iyiliğe, birliğe davet etmek ve dürüstlük olmuştur.
Kamuoyunun bilgisine saygılarımızla sunarız.
0 notes
cemakkilic · 7 years ago
Link
Bir mucize olsaydı… Ve Bülent Ecevit ölmeseydi… Misal: Bugün “asgari ücret” 6.5 cumhuriyet altınına denk gelirken, millet 12.5 adet altın alabilecekti… * Ecevit ölmeseydi… FETÖ fosilleşecek, milli ordumuza kumpaslar kurulmayacak, 15 Temmuz olmayacaktı… (Tehlike farkedilmiş, FETÖ hakkında davalar açılmış, FETÖ son anda Amerika’ya tüymüştü…) * Ecevit ölmeseydi… PKK terörü zaten bitirilmişti, 2002’den sonra evlatlar Niyazi olmayacak, şehirlerde bombalar patlamayacaktı… * Ecevit ölmeseydi… Ege Denizi’nde 18 adamıza el koyamayacaktı Yunanistan… Ki zaten; Kıbrıs Fatihi’ydi Bülent Ecevit… * Ecevit ölmeseydi… Beceriksizler Süleyman Şah türbesini apar topar kaçırmayacak, memleketi dünyaya güldüremeyeceklerdi… * Ecevit ölmeseydi… Devlet adamlığı denilen şey ölmeyecek, Türkiye komşuları ile papaz olmayacaktı… * Ecevit ölmeseydi… Milyonlarca Suriyeli memlekete çöreklenmeyecek, TSK Afrin çamurunda debelenmeyecekti… * Ecevit ölmeseydi… Hukuk, Yargı, Kuvvetler ayrılığı yerinde duracak, kimsenin hakkı kimsede kalmayacaktı… Adalet yerini bulacaktı… * Ecevit ölmeseydi… Millet karpuz gibi ikiye bölünmeyecek, mezhepçilik hortatılmayacak, kimse birbirinin gözünü oymayacaktı… * Ecevit ölmeseydi… Her eğitim yuvası İmam Hatip’e, Tekke’ye dönüştürülmeyecek, liyakatlı insanlar da yetiştirilecekti… * Ecevit ölmeseydi… Çocuk gelinler, tecavüzler patlamayacak, sakallı sarıklı deyyuzlar oğlan çocuklarını bademleyemeyecek, bunları yapanlara da “ödül” yerine ağır cezalar verilmeye devam edilecekti… * Ecevit ölmeseydi belki üç tane evimiz, kapısında iki Mersedesimiz olmayacaktı ama… Milliyetçilik ayaklar altına alınmayacak, PKK bayrakları havaalanlarına asılmayacak, Kürt açılımı tezgâhlanmayacak, TC. tabelalardan kaldırılmayacak, birinci cumhurbaşkanı Atatürk’e hiç kimse sayıp sövemeyecek, dolayısıyla hainler palazlanamayacaktı… * AKP şöyle yaptı böyle yaptı, asrın lideri dediler, uzun adam dediler, reis dediler… Beğenmedikleri Bülent Ecevit‘in kesip attığı tırnağı olamadılar!.. Öldüklerin gün, “kutlu bayramıdır” bu milletin… CEM AKKILIÇ 3 Mart 2018
2 notes · View notes
dolardasondurum · 5 years ago
Text
Esnaf Kredisi ve Ticari Kredi Nedir Nasıl Alınır
Tumblr media
Esnaf Kredisi ve Ticari Kredi Nedir Iyi mi Alınır
Çeşitli alanlarda hizmet vermek adına iş yeri ya da dükkan açmış olan küçük esnaflara destek olabilmek adına KOSGEB destekli sunulan esnaf kredisi, devletimizde hizmet sunan değişik bankalar aracılığı ile alınabilmektedir. İş yeri açmak ya da borçlarını düzene sokabilmek isteyen esnaflar tarafınca soruların esnaf kredisi iyi mi alınır sorusu için ilk olarak, kredi alabilmek için lüzumlu olan şartların bilinmesi gerekmektedir. Ilk olarak esnafların vergi siciline kayıtlı olmaları ve bankaların belirlemiş olduğu evrak ve içerikleri temin etmeleri gerekmektedir. Esnaf Kredisi İçin Lüzumlu Evraklar 2020 Kendi isini oluşturmak ve tecim yaparak, para kazanmak isteyen yeni esnaf adayları için kredi desteği sunmayı amaçlanan hükumet, Türkiye'de hizmet veren değişik bankalar ile hususi anlaşmalar sonucunda, çeşitli miktarlar üstünden kefilsiz kredi ayrıcalıklarına yer vermektedir. Ilk olarak bankaların belirlemiş oldukları kurallara nazaran değişebilen evrak ve belgeler, ayni zamanda kredi puanlarımıza nazaran de belirlenebilmektedir. Her geçen yıl tertipli olarak değişen müracaat evrakları için güncel olarak sunduğumuz esnaf kredisi için lüzumlu evraklar 2018 listemizden yararlanarak, genel olarak bankaların ortak belirledikleri lüzumlu içeriklere ulaşabilirsiniz. -Kisi ve ortakların nüfus cüzdanı fotokopileri -Vergi levhası -Son iki yıla ilişkin gelir tablosu -İmza sirküleri - Tecim sicil gazetesi Esnaf Kredisi Veren Bankalar
Tumblr media
Esnaf Kredisi Iyi mi Hangi Bankalardan Alınır Devlet yardımı ve katkıları ile birlikte esnafların yükünü hafifletmek ve ülkemizdeki esnaf sayısını daha yukarılara taşımak için sunulan esnaf kredileri, toplu anlaşmalar sonucunda değişik bankalar tarafınca verilmektedir. Güncel araştırmalar sonucunda sunulan esnaf kredisi veren bankalar sıralaması ise su şekilde sıralanmaktadır: - Halkbank - QNB Finans bank - Denizbank - Ziraat Bankası - Güvence Bankası - ING Bank
Denizbank Online Esnaf Kredisi Başvurusu Iyi mi Yapılır?
Gelişen teknoloji ile birlikte hayatımızda kolaylıklar sunan web kullanımı, hem de online esnaf kredisi başvurusu yapabilmemize de olanak tanımaktadır. İhtiyaç, konut ve Taşıt benzer şekilde kredileri vermesi ile avantaj sağlamakta olan Denizbank, esnafların önüne açmak içinde kredilere yer vermektedir. İnternet üstünden kredi müracaat yapmak ise oldukça kolaydır. Denizbank Esnaf Kredisi Başvurusu: Esnafa hususi olarak kredi olanak tanıyan bankaların basında gelen Halkbank, web üstünden online olarak başvuruda bulunmanızı sağlamaktadır. İlgili bankanın resmi sitesine yer edinen esnaf kredi müracaat formunu doldurarak, başvurunuzu gerçekleştirebilirsiniz. Kısa yoldan Denizbank resmi sitesindeki esnaf kredi müracaat formuna gitmek isteyen kisiler, buraya tıklayarak, kolay şekilde erişim sağlayabilir.
Ticari Kredinin Artıları ve Eksileri
Ticari kredi B2B işletmeler içinde ortak bir finansal düzenleme olmasına rağmen, bir tür borç finansmanı olarak kabul edilir ve bundan dolayı her işletme yada her finansman durumu için sürekli doğru olmayacaktır. Bu amaçla, bir satıcıdan ticari kredi almaya karar vermeden ilkin, bunu yapmanın hem ihtimaller içinde avantajlarını hem de dezavantajlarını dikkate almak istersiniz:
Ticari Kredi Nedir?
Ticari kredi, bir müşterinin şimdi mal yada hizmet satın almasına ve ondan sonrasında karşılıklı olarak kararlaştırılan bir tarihte (bir çok süre 30, 45, 60 yada 90 gün içinde) ödeme yapmasına izin verildiği bir finansman düzenlemesidir. Kimi süre hesaba sipariş vermek de denir, satıcı ve satın alan arasındaki bu gayri resmi kredi ilişkisi, küçük işletmelerin malların maliyetini derhal gidermek zorunda kalmadan tekrardan satış için envanter yada hammadde sipariş etmeleri için muhteşem bir yoldur. Ticari Kredi Örnekleri Ticari kredinin iyi mi çalıştığını daha iyi idrak etmek için birkaç örneği inceleyelim: İlk olarak, hususi grafik tişörtler tasarlayan, basan ve satan bir işe başladığınızı düşünelim. Bu ürünleri üretmek için, serigrafi baskı ekipmanı ve sarf malzemelerinin yanı sıra tasarımlarınızı basabileceğiniz düz renkli tişörtlerin ilk envanterini satın almanız gerekir . Bu üründen gelir elde edebilmek için ilkin sarf malzemelerini almanız, tişörtlerinizi yazdırmanız ve satmanız gerekir, değil mi? Bu, ticari krediyi kullanabileceğiniz bir örnektir. Bir borç verenden yada alternatif bir kaynaktan finansman almaya çalışmak yerine,  30 gün içinde siparişiniz için ödeyeceğiniz anlayışı ile size ilk T-shirt envanterini göndermeyi kabul edecek bir T-shirt satıcısı bulabilirsiniz. 60 gün - gelir elde etmek için tişörtlerinizi basmak ve satmak için kafi zaman; bazıları satıcıyı ödemeye yöneliktir. Bu ticari kredi örneğinde, işletme olarak, üçüncü taraf bir tişört satıcısından ticari kredi alıyorsunuz. Bununla birlikte, kendinizi aksi durumda da bulabilirsiniz. Mesela, bu noktaya kadar, mesela, T-shirt işinizde başarı göstermiş oldunuz ve şu anda üretilen ve satılmaya hazır bir fazla tişörtünüz var. İşinize küçük bir butik gelebilir ve mağazalarında satmak için 100 gömlek sipariş edebilir. Bir tek butik gömlekleri ödemek için eldeki paraya haiz değil, bundan dolayı mağaza sahibinin 60 gün içinde size geri ödeyeceği anlaşmasıyla envanteri göndermeye karar veriyorsunuz - gene gömlekleri satmaları için kafi süre , gelir elde edin ve size geri ödeme yapın. Bu durumda, ticari kredi alan işletme olmanın aksine, ticari krediyi butiğe genişleten satıcı sizsiniz  .
Ticari Kredi Koşullarını Anlama
Artık ticari kredinin ne olduğuna ilişkin bir genel bakışa haiz olduğunuza nazaran, bu tür finansmanın iyi mi çalıştığını daha detaylı bir halde ele alalım. Genel olarak, ticari kredi, kısa vadeli krediye benzer bir borç finansmanı biçimi olarak düşünülebilir . Bununla birlikte, geleneksel borç veren-borçlu ilişkisinin aksine, bir ticari kredi düzenlemesinde bir satıcı ve satın alan arasındaki antak kalma tipik olarak oldukça daha azca resmidir. Bazı satıcılar yeni satın alan hesaplarında kredi kontrolleri yapsa da (ve ticari krediyi genişletiyorsanız yapmalısınız), hepsi yapmaz - ve bir oldukca zaman faturanın kendisi  bir kredi ilişkisinin tek göstergesidir. Bu yüzden, ticari krediyi genişletiyor yada alsanız da, birlikteliğin şartlarının sipariş faturasında belirtildiğinden güvenli olmak istersiniz. Bu şartlar , satmaca tarihini, son ödeme tarihini ve gecikmiş cezalar yada süratli ödeme için indirimleri içermelidir  . Net Terimler Genel olarak,  ticari krediler üstünden ihraç edilen faturalar , “net” olarak takip edildikten sonrasında, ticari kredinin verildiği tarihten itibaren geçen gün sayısı üstünden düzenlenir. Kısacası, bir ticari kredi faturasındaki net şartlar, satıcıyı ne kadar süreyle geri ödemeniz gerektirme ettiğini gösterir. Bir çok süre, ticari kredi sözleşmesiyle aşağıdaki satmaca ödeme şartlarından birini görürsünüz : Net 30: Satmaca tarihinden itibaren 30 gün içinde ödenmesi ihtiyaç duyulan ödeme. Net 45: Satmaca tarihinden itibaren 45 gün içinde ödenmesi ihtiyaç duyulan ödeme. Net 60: Satmaca tarihinden itibaren 60 gün içinde ödenmesi ihtiyaç duyulan ödeme. Birçok tedarikçi varsayılan olarak 30 faturalandırma terimini varsayılan olarak ayarlasa da (aşağıdaki resimde gösterildiği benzer şekilde), ticari kredi şartlarını 120 güne kadar görebilirsiniz. Ek olarak, belirttiğimiz benzer şekilde, ticari kredi faturasında ödeme indirimleri yada gecikmiş cezalar hakkında data de bulunmalıdır.   Read the full article
0 notes
mehmetcansiz · 5 years ago
Text
Haksız Yere Hapis Cezası Aldıysanız Çaresiz Değilsiniz!........
Tumblr media
Türk Ceza Hukuk Sisteminde kesinleşmiş ve infaz aşamasına gelmiş ve hatta infazına başlanmış cezalar hakkında "cezanın ortadan kaldırılması ve infazının tedbiren durdurulması" için kararı veren Mahkemeye başvurarak YARGILANMANIN YENİLENMESİ talebinde bulunabilirsiniz. Bu yol hiç de kolay bir yol değildir ve verilen cezanın ortadan kaldırılmasını sağlayacak güçlü bir hukuki dayanağınızın olması ve bunu delillendirmeniz gerekir. Bir Müvekkilim ile ilgili olarak yaptığımız YARGILANMANIN YENİLENMESİ TALEBİMİZİN KABULÜ VE CEZANIN İNFAZININ DURDURULMASI İLE İLGİLİ BUGÜN ALDIĞIMIZ KARARI emsal olması açısından, müvekkil ve mahkeme bilgileri silerek aşağıda paylaşıyorum. Haklıysanız ama hukuken haklıysanız Mutlaka sonuç alırsınız. Av.Mehmet CANSIZ T.C. ..... 20. ASLİYE CEZA MAHKEMESİ EK KARAR DOSYA NO : 2018/...... Esas KARAR NO : 2018/.... HAKİM : .... KATİP : .... MÜŞTEKİ :.... SANIK : .... VEKİLİ : MEHMET CANSIZ, . SUÇ : Bina İçinde Muhafaza Altına Alınmış Olan Eşya Hakkında Hırsızlık SUÇ TARİHİ : 20/04/2018 ASIL KARAR TARİHİ : 04/12/2018 EK KARAR TARİHİ : 24/05/2019  Hükümlü..... müdafi Av. Mehmet Cansız tarafından mahkememize gönderilen 16/04/2019 havale tarihli dilekçesi ile yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunduğu anlaşılmakla: Dosya ve dilekçe incelendi. GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ Mahkememizin 04/12/2018 tarih ve .... esas ve ..... karar sayılı ilamı ile sanık Sibel Kazan hakkında ; Bina İçinde Muhafaza Altına Alınmış Eşya Hakkında Hırsızlık Suçundan 5237 Sayıl TCK.nun 142/2.h Maddesi, TCK.nun 43/1, 168/2, 62, Maddesi uyarınca 2 yıl 7 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, TCK.nun 53/1-2 maddeleri uyarınca mahrumiyetine sanığın yokluğunda karar verildiği, Sanık......' a T.K nun 21. Maddesine göre tebligatın 14/01/2019 tarihinde tebliğ yapıldığı, sanık ve müdafii tarafından istinaf başvurusunda bulunulduğu, ancak istinaf başvurusunun süre yönünden CMK' nun 296. Maddesince 30/01/2019 tarihli ek karar ile reddine karar verildiği, sanık müdafi tarafından ek kararın istinaf edilmesi üzerine dosyanın .... Bölge Adliye Mahkemesine gönderildiği, ..... Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin .... tarih .... esas ........ karar sayılı ilamı ile sanık hakkında verilen 30/01/2019 tarihli ek kararda usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığından sanığın CMK' nun 279/1 maddesinin öngördüğü 7 günlük süreyi geçirerek başvuruyu kanunun aradığı süreden sonra yaptığı anlaşılmakla istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği anlaşılmıştır.  Sanık....... müdafi 16/04/2019 tarihli dilekçesi ile; müvekkilinin çaldığı malların tamamını soruşturma aşamasında iade ettiğini, iade edilen malların 3 tanesinin 21/04/2018, 1 tanesinin 22/04/2018 tarihinde müştekiye teslim edildiğini, olayla ilgili iddianamenin ise 29/05/2018 tarihinde düzenlendiğini, yani mağdurun zararının tamamının 22/04/2018 tarihinde giderildiğini, bu nedenle müvekkil hakkında TCK' nun 168/1 maddesinin uygulanmasını, kesinleşen kararın infaz edilmesi halinde müvekkilinin mağdur olacağı dikkate alınarak infazın durdurulmasını, yargılamanın yenilenmesi sebeplerinin kabul edilerek yeniden yargılama yapılmasını, TCK' nun 168/1 maddesi uygulanması gerektiğinin kabulü ile müvekkilinin sonuç cezasının 1 yıl 8 ay 25 güne indirilmesine ve cezanın CMK' nun 231/5 maddesi şartları oluştuğu dikkate alınarak HAGB kararı verilmesini talep etmiştir. Müşteki ........ 17/05/2019 tarihinde Ceza Mahkemeleri Ön Bürosu Aracılığıyla mahkememize gönderdiği dilekçesinde; 20/04/2018 ve 21/04/2018 tarihindeki hırsızlık olayı ile ilgili olarak....' ın çaldığı ürünlerin tamamını 21/04/2018 ve 22/04/2018 tarihinde eksiksiz olarak teslim aldığını, bu olayla ilgili olarak zararın tamamen 22/04/2018 tarihinde giderildiğini, bu nedenle sanıktan şikayetçi olmadığını ve davaya katılmadığını, 21/04/2018 tarihinde....... Polis Merkezi Amirliğinde verdiği ifadede sanığın çaldığı ürünlerin 3 tanesini sanıktan aldığını bildirdiğini, sanığın o gün otelde olduğu gerekçesiyle teslim edemediği ve ertesi gün teslim edeceğini söylediği 1 ürünü de 22/04/2018 tarihinde sanıktan teslim aldığını, bu şekilde zararının tamamının 22/04/2018 tarihinde sanık tarafından tamamen giderildiğini beyan eder dilekçe sunduğu anlaşılmış, yargılama aşamasında müştekinin adresinin tesbit edilememiş olması nedeniyle soruşturma aşamasında vermiş olduğu ifadesi okunarak CMK' nun 235. Maddesi uyarınca müşteki olarak dinlenmesinden vazgeçilmesine karar verildiği görülmüştür. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11/03/2014 tarihli ve 2012/3-909 esas, 2014/121 sayılı kararında " Delil ve olayların, yargılanmanın yenilenmesi nedeni olarak kabul edilebilmesi için "yeni" olması gerekmektedir. Hükmü veren mahkemeye bildirilmemesi nedeniyle hükümde dikkate alınmamış her olay ve delil hükümlü tarafından bilinip bilinmemesi önemli olmaksızın "yeni" olarak nitelendirilmektedir. Olay yada delilin yeniliği, olayın kesin hükümden sonra meydana gelmiş olmasından değil, kesinleşmiş olan hükmün verilmesi sırasında değerlendirilip değerlendirilmediği ile bağlantılıdır. Kesin hükümden önce meydana gelen ancak mahkemenin bilgisine sunulmayan yada mahkeme tarafından değerlendirilmeyen deliller ve olaylar da "yeni" sayılmalıdır. Bu doğrultuda hükmü veren mahkemeye bildirilmediğinden yargılama yapılırken değerlendirilemeyen her türlü olgu ve delilde " yeni" sayılmaktadır." şeklinde açıklamalar nazara alındığında, Hükümlü ...... müdafinin 16/04/2019 tarihli yargılamanın yenilenmesi talebi, müştekinin mahkememize hitaben 17/05/2019 tarihinde göndermiş olduğu dilekçesi ile zararının tamamen giderildiğini belirtir dilekçesi ve tüm dosya kapsamı gözetilerek hükümlünün yargılanmanın yenilenmesi istemi kabule değer görülerek herhangi bir mağduriyete sebep olunmaması açısından infazın durdurulmasına karar vermek gerekmiştir. HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere; 1-Hükümlü .... Kazan müdafinin yargılamanın yenilenmesi isteminin kabule değer görüldüğünden talebinin bu aşamada KABULÜNE, 2- Hükümlü..... hakkındaki İNFAZIN DURDURULMASINA ve İNFAZ EVRAKLARININ GERİ İSTENİLMESİNE, 3- Kararın bir örneğinin hükümlü müdafine tebliğine, 4- Kararın görüldü için Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 5-Ek karar görüldüden geldikten sonra dosyanın esasa kaydı ile işlemlerin esas üzerinden yürütülmesine, Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, kararın tebliğinden itibaren yasal süre olan 7 gün içerisinde mahkememiz kalemine veya hükümlü olarak bulunduğu Cezaevi Müdürlüğüne bir dilekçe ile başvurmak veya sözlü beyanının tutanağa geçirilmesi suretiyle .....nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde itiraz yasa yolu açık olmak üzere karar verildi. 24/05/2019 Katip ...... E-imzalı Hakim ..... E-imzalı Read the full article
0 notes